Bu paylaşım bazıları için tetikleyici veya travma geri çağırıcı olabilir.

Aslında bu yazıya nereden başlayacağımı biliyorum çünkü bu giriş sürekli aklımda dönüp duruyor.
“Beş yaşındaydım, beş yaşındaydım, beş yaşındaydım…”
… ilk defa kendim de dâhil birilerine karşı bu girizgâhın devamını getireceğim.
Evet, annemin anlattığına göre henüz 5 yaşında “normal” görünen bir kız çocuğuydum. Bu normallik ilk olarak annemin salona girip beni koltuğun kenarında mastürbasyon yaparken görmesiyle bozulmuş. İlk başta gizlice izlemiş, sonralarda görünür şekilde izlemeye başladığında dahi benim “yanlış” bir şey yapıyor gibi hissetmediğim için saklanmadan yaptığımı görünce belki de mastürbasyon değildir, kendince bir oyundur diye düşünmüş ve bana neden yaptığımı sormuş. Cevabım çok dümdüz ve normal şekilde “hoşuma gidiyor” olunca ne tepki vereceğini bilememiş. Kısa süreli bir çözüm olarak “Karnın ağrıyordur o zaman annecim, gel öyle yapma karnını ovalım, şekerli su yapalım sana” diyerek vazgeçirmeye çalıştığı beş yaşındaki kızının sonralarda her gün “anne benim yine karnım ağrıyor galiba” diye yanına gitmesiyle bu durum ciddi bir sorun haline gelmiş. İlk başta yakınındakilere danışıp ne yapmalıyım diye düşünürken o sıralar kapı komşusu olan yengemle konuşmuş bunu. Yengem yüksek bir kahkaha atıp “sizin kız bu yaşta başladıysa geçmiş olsun orospu olur bu gidişle” deyince annem bir daha uzman olmayan hiçbir insanla bu durumu paylaşmama kararı almış ve ben de henüz 5 yaşında ‘orospuluk’ mertebesine atanmışım. Sonrasında ilk uğrağımız sağlık ocağı olmuş, zira annem böyle bir şikâyetle doktora gidilebilir olduğundan emin olmadığı için sadece işini bilen birinden bunun sağlıklı ve normal bir şey olduğunu duymayı bekliyormuş. Sağlık ocağında bir şeyi yoktur, mastürbasyon değildir o bu yaşta olmaz diyerek yollanmışız. Babamla paylaşmış, babamın tepkisi de kızıp “ne diyorsun sen bu yaştaki kıza, konuşma böyle şeyler” demesiyle sonuçlanmış.
Aradan bir yıl geçmeden boyumun yaşıtlarıma göre çok uzun olması, koltuk altlarımda ve vulvamda kılların çıkmasıyla birlikte anormalliğe ikinci adımımı atmışım. Annem, ‘bu yaşta bunların olması normal değil, araştırmamız lazım, doktora gitmemiz lazım’ diyerek özel bir kliniğe götürmüş. Orada da tatmin edici bir cevap alamamış ve ‘bir şeyi yoktur’ denilerek eve yollanmışız. Artık adının mastürbasyon olduğunu dahi bilmediğim, ama yapmamın bir sorun teşkil ettiğini annemin mimiklerinden ve doktorlara gitmemizden anladığım için, bunu gizlice yapıyor; annemin de haberi yok sanıyordum. Varmış. Bununla birlikte günden güne belirginleşen biçimsiz memelerimin ve anormal hızda uzayan kemiklerimin şiddetli ağrısından sürekli yorgun, huysuz ve memnuniyetsiz hissediyordum.
Bir gece, annemle babamın bağrıştığını duyuyorum, annem “Bu kadarı normal değil, ilgilenme, tamam ama bana da engel olma” diyor, babamsa “Kafanda olmayan şeyler kurma, evde oturmaktan canın sıkılıyor belli ki, gitmeyeceksiniz hastaneye falan, kızı sürükleme artık” deyip beni yanına çağırıyor ve birlikte uyuyoruz. Babamı seviyorum o an, çünkü ben de hastaneye gitmek istemiyorum.
İki gün sonra özel bir psikiyatri polikliniğine gitmek için uyandırılıyorum. Sabah çok erken ve babam duymasın diye annem sessizce giydiriyor beni. Gizli bir iş çevirir gibi tekrar doktora gidiyoruz. Kendimi suçlu ve pis hissediyorum. Annem kendimi ellediğimi anlamış, tekrar doktora gidiyoruz. Babam bize kızacak, her şey benim yüzümden. Sürekli eklem ağrılarım oluyor ve vücudum diğer kızlara göre daha pis duruyor, çünkü kıllıyım. Annemin elini tutarken henüz altı yaşında ve suçlu bir şekilde sessizce ağlıyorum. Doktorun yanına girdiğimizde iki dakika sonra annem doktorla tek konuşmak için beni çıkartıyor, kapının önünde onu bekliyorum. Beni muayene etmiyor, benimle konuşmuyor bile, hasta olan nasıl benim diye düşünüyorum. Annem çıktığında az önce ağlamış olduğunu gözlerinden anlıyorum.
Eve geldiğimizde annemin halamla mutfakta konuştuğunu duyuyorum. Doktor anneme bir hastane bölümünün ismini vermiş, bu sorun için hastanelerde bölüm bile varmış: endokrin. Oradan randevu alacakmış ama babamdan gizli nasıl götüreceğini bilmiyor ve parası da yokmuş. Halam henüz 16 yaşında, biriktirdiği harçlıklarını anneme veriyor, iki hafta sonra yeni bir hastaneye gidiyoruz.
Burada ilk defa çırılçıplak soyuluyorum, doktor memelerimi elliyor, çok kötü hissediyorum ama annem orada, kötü bir şey olmadığı belli. Kıllarıma bakıyor, boyumu ve kilomu ölçüyor.
Çok net hatırladığım tek bir söz var kafamda doktorun anneme söylediği “Sen bu çocuk bu hale gelene kadar neredeydin, dua et de çok geç olmasın.” Annem gözleri dolu dolu yine “Buraya ne şartlarda geldiğimi bilmiyorsunuz, bir buçuk yıldır uğraştığımı bilmiyorsunuz, anlıyorum doktorsunuz ve bilgilisiniz ama bunları bilmiyorsunuz” diyor. Uzun bir tahlil sürecinden geçiyorum, haftalarca annem babama hiçbir şey söylemiyor, gizlice her gün hastaneye gidip geliyoruz. Tahlillerin sonuç bulduğu gün anormallikte üçüncü basamağa çıkıyorum, 7 yaşına henüz yeni basacak olan vücudumun kemik yaşı 14 çıkıyor. Anlamamakla birlikte havalı bir şey zannediyorum, annemin şok olmuş yüzünü görene dek. Akşam eve gittiğimizde yemek masasında annem birden çantasından tahlil sonuçlarını, yazılan ilaç reçetelerini ve bundan sonra 28 günde bir vurulmam gereken iğneleri çıkartıp babamın önüne koyuyor. “Kızının kemik yaşı 14 çıktı, kızın adet olmak üzere, eğer bu durdurulmazsa 6 yaşında ergen olup 8 yaşında yetişkin olacak, doktorun tahminine göre 15’ine kalmadan da yaşlılıktan ölecek” diyor. Annemin gözleri yine ıslak ama yüzünde öfke de var. “Ben bir yandan çocuğum için savaştım, bir yandan seninle savaştım” diyor. Cümlelerin hepsi mıh gibi aklımda, annemin yüzü mıh gibi aklımda, babamın başını masadan kaldırmayışı mıh gibi aklımda. Buraya kadar anlattığım her şey benim hayal meyal hatırladıklarımla birlikte annemin bana anlattıkları. Bundan sonrasıysa izlerini hala ruhumdan silemediğim ve belli ki de silemeyeceğim halde zihnimde… hepsini hatırlıyorum.
İlk önce, annemin dediğine göre teşhis konulur konulmaz acil olarak dört ay yatış verilmiş çünkü ergenliğe girme dönemimin %90’ınını tamamlamışım ve bu artık acil yatırılması gereken bir sınırdaymış. Devlet himayesine alınıp ebeveyn rızası gözetilmeden bir ay hastanede yatırılmışım ama sonralarda annemin “kızım zaten okula gitmek istemiyor, gideceği zamanlar ya okuldan gizlice kaçıyor ya da kendini kusturuyor, bir de bu kadar süre okuldan uzaklaşırsa hiç alışamaz” demesiyle rica minnet bir ay yatırıldıktan sonra hastaneden çıkarılmışım.
Sonra, okula başlıyorum. Okul eteğimin altına çorap giymiyorum, sınıfa girdiğimde ilk ilgimi çeken kızların bacaklarının ne kadar beyaz ve pürüzsüz olduğu. Benimkilerse kara ve kıllı. Kendimi çok çirkin hissedip o gün eve gidene kadar sıramdan kalkmıyorum. Sınıfımın en uzunu benim, erkeklerden bile uzunum, daha “kız” gibi görünebilmek için kambur oturuyorum hep, bir nebze daha kısa görünebilmek için, o an çok önemli bir hal alıyor. Kendimi hep “öteki” hissedip sınıfın en görünmeyen yerlerine oturuyorum.
…
Yeni bir daireye taşınmışız, üst komşumuzun benden üç yaş büyük bir kızı var, sürekli birbirimize gidip geliyoruz, birlikte çizgi film izleyip birlikte yemek yiyoruz. Çok hoşuma gidiyor, onu sürekli yanağından öpüyorum, o da beni öpüyor. Bir gün televizyonda öpüşen iki insan görüyoruz, hadi biz de deneyelim diyor, dudaklarımız birbirine değince koşarak eve iniyorum. Odama kendimi kilitleyip kafamı yastığın altına sokuyorum. İçimden sürekli “Ben aşık oldum, ben aşık oldum” diye sayıklıyorum ama bir yandan da ağlıyorum. Henüz yedi yaşında kendimi ‘günahkâr’ hissettiğim için o gece deliler gibi ağlıyorum.
Hastaneye kontrole gidiyoruz, bu seferki farklı bir bölüm, içeride garip bir sandalye var ve kol kısımları çok geniş. Hevesle sandalyeye zıplayıp kollarımı o geniş yerlere koyup bekliyorum. Annem “Oraya kollarını değil bacaklarını koyacaksın” diyor. ‘Hayır’, anlamında başımı sallıyorum, açmak istemiyorum ama doktor kızdığı için ağlayarak açıyorum, aradan 10 yıl geçti, o gün hissettiğim kadar çıplak ve savunmasız hiç hissetmiyorum.
Her ay iğne vurulduğum için kollarım hep mosmor, şort giymek istemediğim gibi kollarımın açık olacağı şeyler de giymek istemiyorum, bunun üzerine annem “Madem bu kadar kötü hissediyorsun kıllarını alalım diyor” hayatımda deneyimlediğim en büyük fiziksel acıyla tanışıyorum: ağda. Henüz yedi yaşında. Sürekli evdeki herkese bağırıyorum ve ağlıyorum. İçimde anlam veremediğim bir öfke var. Çirkin hissetmekten, sürekli fiziksel bir acı çekmekten yoruluyorum. Annem babama sessizce “Sadece fiziksel değil ruhsal olarak da ergenliğe giriyor, sakın üstüne gitme” diyor. Ama kimse de gelip benimle konuşmuyor.
Ortaokula başlıyorum. Memelerim yaşıtlarıma göre çok belirgin, annem daha sağlıklı büyümeleri için (?) sutyen takmaya başlamamı istiyor. Bu memelerimi daha belirgin hale getirince de okulda daha da kambur oturmaya çalışıyorum ama işe yaramıyor, ‘canım’ okul arkadaşlarım bunu fark ediyor ve okulda adım çıkıyor: ‘orospu’. Orospuluğu 5 yaşımdan sonra ikinci kez 11 yaşımda deneyimliyorum. Memelerim yaşıtlarıma göre daha büyük olduğu için.
12 yaşına basınca bu sefer de sıra arkadaşım olan bir kızdan hoşlanmaya başlıyorum. Bir gün bize geldiğinde onu birden öpüyorum. Ne tepki vereceğini bilmediğim için çekilir çekilmez şaka yaptım diyorum. Sonra o da beni şakacıktan öpüyor. Biz gizli saklı her yerde şakacıktan birbirimizi öpmeye başlıyoruz. Onunlayken hiç kötü hissetmediğim bu eylem geceleri tek kalınca karabasan gibi üstüme çöküyor. Kendimi o kadar pis, yanlış ve suçlu hissediyorum ki dünyada ne kadar az yer kaplarsam o kadar az kirlilik olur deyip küçücük cenin pozisyonuna bürünüp öyle uyuyorum her gece. Bu cümleyi aşamıyorum, o zamanlar kullandığım günlüğün bir sayfası komple bu cümleyle kaplı. “Ne kadar az yer kaplarsam o kadar az kirlilik olur dünyada.”
Kıllarımın çokluğu gün geçtikçe daha da artıyor, öyle ki sırtım, göbeğim, yüzüm, kollarım, her yerim kıllarla doluyor. Tedavim henüz bitmediği ve yaşım da küçük olduğu için epilasyona izin verilmiyor ama bu kıllardan vücudum kan revan içinde kalmadan, ağlama krizlerine girmeden kurtulmamın da imkânı yok. Annemin en yakın arkadaşının evindeyken bu konu açılıyor, arkadaşı kahkaha atarak “İyi bari on sekiz olup epilasyon yaptırana kadar korkmanıza gerek yok kimseye veremez bu halde” diyor. Annem de kahkaha atıyor. Sofranın ortasında öylece kalıyorum. Bu şekilde beni kimsenin sevmeyeceğini beynime kalın harflerle yazıyor, altını simsiyah kalemlerle çiziyorum. Bu şekilde kabul edilebilir olduğum hiçbir yer yok.
14 yaşında kendimi kitaplara kapatıyorum, kabul edilebilir olduğum, yargılanmadığımı hissettiğim tek yer kitaplarım oluyor ve yavaş yavaş, çok zor da olsa kitaplarda okuduğum şeyler bana hep farklılıkların güzel olduğunu söylüyor. İnanır mısınız, kendimi affetmeye başlıyorum. Bir suç işlemişim gibi 14 yaşında oturup kendimi affedebilmek için her şeyle savaşıyorum.
Virginia Woolf’un ‘Kendine Ait Bir Oda’ kitabıyla birlikte feminizmle tanışıyorum ve deli bir merakla bunun hakkında okumalar yapmaya başlıyorum. Bana minnettar olacağım yeni bir dünyanın kapıları açılıyor. Burada bütün kadınlar sırt sırta, el ele, birbirinin yarasını sarıyor, birlikte tüm erkek egemen dünyaya karşı savaşıp içindeki gücü ortaya çıkarıyor ve en önemlisi herkes birbirini olduğu haliyle kabul ediyor.
Şimdi mi?
18 yaşında, görünür biseksüel ve feminizm aktivisti genç bir kadınım. Püberte (erken ergenlik) tedavim sağlıklı bir şekilde sona erdi, fakat hala hormon tedavisi görüyor ve öz güvenimi koruyabilmek adına psikolojik destek alıyorum. Bunların hepsini bir masaya geçip yazabilecek kadar güçlü ve gururluyum. Dik durmanın sadece kambur oturmak olmadığını, felsefi bir anlamı olduğunu biliyor ve kambur oturan bütün kız çocuklarını ‘dikleştirmek’ için savaşıyorum. Ve bağırıyorum: KADIN KADININ YURDUDUR, ASLA YALNIZ YÜRÜMEYECEĞİZ!