Evden kaçarak kendi hayatını kuran Roza deneyimini bizlerle paylaştı. Bu paylaşım bazıları için tetikleyici veya travma geri çağırıcı olabilir.

Söze nasıl başlasam bilemiyorum. Hayatımın en önemli olayını anlatmak sandığımdan daha zor.20 yaş, evden kaçmak için yeterli bir yaş gibi görünse de aslında o kadar kolay olmadı. Buna karar vermem ise tamamen çocukluğumda maruz kaldığım fiziksel ve psikolojik şiddete dayanıyor.
Aslında her şey anne ve babamın istemeyerek, görücü usulü evlendirilmesine dayanıyor. Ebeveynlerim evlendikten bir sene sonra ben dünyaya geliyorum. Ekonomik nedenler nedeniyle babam o sırada başka bir şehirde. İlerleyen süreçte annemle onun yanına gidiyoruz ve annem orada kardeşimi dünyaya getiriyor. İlk senelerde daha bir şeyleri anlayacak yaşta olmadığım için bir sorun olmuyor hayatımda ama bir şeyleri kavramaya başladıkça sorunlar ortaya çıkıyor. Annemle babamın kavgalarında en büyük hasarı her zaman ben ve kardeşlerim aldık. Hem fiziksel hem de psikolojik şiddete maruz kaldım senelerce. Bu şiddetlere verdiğimiz tepkiler hep farklı oldu kardeşlerimle. Onlar susmayı tercih ettiler ben bir çıkış yolu bulmayı. Evden ilk kaçışım onların izniyle gittiğim yatılı okul oldu. Henüz 10 yaşındaydım ama huzuru öğrenmiştim. Okulda her zaman başarılı bir öğrenciydim. Bütün hocalarım benden memnundu ama ailem bunu umursamıyordu bile. En büyük başarılarım bile takdir edilmiyor bu da çocuk ruhumda derin yaralara neden oluyordu. Lise sınavına girdiğimde heyecandan ölüyor ve korkuyordum. Çünkü eğer istediğim liseyi kazanamazsam tekrar aile evine dönecek ve kardeşlerimin maruz kaldığı şiddete tekrar maruz kalacaktım. Neyse ki korktuğum olmadı da yatılı olarak okuyabileceğim liseyi kazandım. Kendim için mutluydum ama kardeşlerimi o cehennemde bıraktığım için hep pişmandım. Telefon kullanmadığım için ailemle iletişimim neredeyse sıfıra inmişti ve aramızdaki bağ fazlasıyla zayıflamıştı.
Saatler, günler, geceler, seneler bitiyor ama ailemin bize uyguladığı şiddet bitmiyordu. Lise bitmiş sıra üniversiteye gelmişti. Hayallerim vardı, savaş muhabiri olup sesini duyuramayanların sesi olacaktım. Sınava girdim, heyecanlı ve tedirgindim. Ekonomik sıkıntılar nedeniyle rakiplerim gibi özel ders almamış, dershaneye gidememiştim. Sonuçlar açıklandığında sevinçten deliye dönmüştüm. İstediğim bölümü, şehri, üniversiteyi kazanacak puanı almıştım. Hayallerim gerçek olacaktı. Derken hevesimi kıran o cümle geldi ailemden “Seni şehir dışına gönderemeyiz. Hadi erkek olsan neyse de kız başına nasıl gönderelim ?” Yıkılmıştım resmen. Yaşadığım şehirde okumak istediğim bölüm yoktu ve ben onların istediği bir bölüme gitmek zorunda kalacaktım. Karşı çıktım ama aldığım karşılık “Ya buradan bir bölüm okursun ya da üniversiteyi unutursun.” oldu. Mecburen onların dediğini yaptım. Yine yurtta kalarak üniversiteye istemeye istemeye gitmeye başladım. Bu istemezlik hali ilerleyen zamanlarda derslerime ve okula devam etmeme etki etmeye başladı. Ailemle aram günden güne açılıyor, baskı ve şiddet artıyordu. Tam iki sene hiç istemediğim bir bölümü okudum zorla. Üçüncü senenin başında yine tartışmalar başladı ve benim okuldan alınmam konuşulmaya başlandı. O an karar vermiştim. Ne kadar sevmesem de o okul benim tek dayanağımdı ve ellerimden alınmasına asla izin vermeyecektim bu sefer. Bir gece onlar beni almak için yola çıkmışken ben de fırladım otogara. Ya intihar edecek ya da başka bir şehirde başka bir hayatı deneyecektim. Ve ben o gece yaşamayı seçtim. Yaşadığım şehir dışında tanıdığım kimse yoktu, param yoktu, yanımda kıyafetim dahi yoktu ama karalıydım. Çünkü biliyordum ki hiç bilmediğim bir hayat bile o an maruz kaldığım hayattan daha iyi olacaktı. Ve aklıma geldi. Birkaç sene önce ODTÜ’de sahneye çıkmış ve orada biriyle arkadaş olmuştum. Sadece adını ve numarasını biliyordum ama başka çarem yoktu. Hemen Ankara’ya gitmek için bilet almaya gittim ama şans bu ya Ankara bileti yoktu. Yılmadım, Ankara’ya en yakın Mersin bileti aldım ve Mersin’e doğru yola çıktım. Cebimde 40 lira kalmıştı ama Ankara’ya yetişmek zorundaydım. Mersin’de arkadaşımı aradım ve bana “Sen buraya gel bir şekilde hallederiz.” dedi. Ve o inançla bulduğum en ucuz yol olan trenle, Ankara’ya doğru yola çıktım.
Beni bambaşka bir hayatın beklediğini biliyordum ama korkuyordum. Arkadaşım garda beni bekliyordu. Beni ODTÜ’ye getirdi. Kendi arkadaşlarıyla tanıştırdı. Her tanıştığım kişiye kuşkuyla bakıyordum. Nerede kalacağım aklımı kurcalıyordu. Ve hava kararmaya başladı. Arkadaşım, beni “Kavaklık” denen, KYK yurdu yapılmasın diye direniş çadırlarının bulunduğu bir yere götürdü. Oradaki herkesle teker teker tanıştım. Hepsi bana çok samimi ve sıcak davrandı. O an orasının benim kurtuluşum olacağını anlamıştım. O gece tedirginlikle de olsa uyumuştum. Sabah uyandığımda etrafımda tanımadığım insanlar görsem de sonra hatırladım nerede olduğumu. Herkes seferber olmuştu benim için. Kimi kıyafet getirmişti, kimi yiyecek hazırlıyordu, kimi de bana ODTÜ’yü gezdirmek için can atıyordu. Bu seferberlik karşısında gözlerim dolmuştu.
İlk iki hafta evden kaçtığımı daha tam idrak edememiştim. Günler geçtikçe ailemin nasıl olduğunu düşünmeye, kardeşlerimi merak etmeye başlamıştım. ODTÜ dışına çıkamıyordum. Ailem beni bulacak korkusuyla yaşıyordum. Bir gün ihtiyaçlarımı almak için Kızılay’a gitmiştik arkadaşımla. Polis GBT’sine denk geldim ve orada ailemin hakkımda kayıp ihbarında bulunduğunu öğrendim. Beklediğim bir şeydi ama bununla yüzleşmek beni kötü hissettirmişti. Karakola gidip ifade verdim ve bundan ailemin haberinin olmasını istemediğimi belirttim. Daha sonra ODTÜ’ye döndüm ve uzun bir süre dışarı çıkamadım. Günden güne psikolojik olarak çöküyor, sürekli intiharı düşünüyordum. Ağlama krizleri, histerik duygular eksik olmuyordu. Arkadaşlarım benim için fazlasıyla endişeleniyor ancak bir şey yapamıyorlardı. Bir gece – Ankara’daki en kötü gecem – tamamen kafama koymuştum intihar etmeyi. Telefonumu kapatmış ve en uygun zamanı aramıştım. Arkadaşlarım beni o gece saat 03.00 sıralarında bulmasalardı yapacaktım da. O gece hepimiz için travmatik bir gece olmuştu. Ve benim artık profesyonel bir destek almam konusunda hemfikir olmuşlardı. Daha sonrasında bir psikyatriste göründüm. Bana kendimi meşgul edecek bir iş bulmamı önermiş ve ilaç vermişti. İlacı kullanmadım ama arkadaşlarım sayesinde kendimi meşgul edecek bir iş bulmuştum. Ve aslında o iş ile birlikte hayatım düzelmeye başladı.
Kendi paramı kazanmanın verdiği gurur, iş yoğunluğumun fazla olması aklımı uzun süre meşgul etmişti. Ancak hala tam anlamıyla toparlanabilmiş değildim. Bir arkadaşımın yanında eve çıktım. O zamana kadar okulda çadırda kalıyordum. Evde kalmaya başlamak daha iyi gelmişti. Hayalini kurduğum muhabirlik için çalışmayı da kafama koymuştum. Çok az da olsa çalışıyordum. Evden kaçışımın 6.ayında arkadaşlarım aracılığıyla annemle görüştüm. Kalbim pır pır atıyordu. Hayatımda daha önce bu kadar heyecanlandım mı bilmiyorum. Tam olarak 8 Mart’tan önceki gün konuştuk. Ve ben de annem de Kadınlar Günü’ne iki mutlu kadın olarak girdik. Birbirimize kırgındık, kızgındık ama hala seviyorduk birbirimizi. Kardeşlerimle konuştuk. Babam beni reddettiği için konuşmadık ama çocukken de böyle olduğu için çok da üzülmedim açıkçası. Artık her gün konuşuyordum ailemle. Hayata daha sıkı bağlanmıştım. Hayallerimi gerçekleştirmek için çalışıyordum.
Şimdi nasıl mı? Bu metni size evden kaçışımın birinci yıldönümde aile evinden, istediği bölümü kazanmış bir kadın olarak yazıyorum. Babam hala beni affetmedi ama annem kendi evim için bana kışlık konserve hazırlayacak kadar kabullendi beni. Ankara’da evim, işim ve okulum var. 21 yaşında evden kaçmış bir kadın olarak bunca imkansızlığa rağmen ben hayallerimin peşinden gittim. Bugün aynı şey olsa bir daha giderim. Ben kendimle gurur duyuyorum. Ama beni bugüne kadar getiren en önemli şey kesinlikle kadın dayanışması oldu. Her düştüğümde beni ayağa kadınlar kaldırdı. Bazen onlar da benimle beraber düştüler ama sonrasında hep beraber ayağa kalktık. Ben bugün bu hayatı önce kadınlara, sonra Kavaklık’a en son kendime borçluyum. Ve kendimi kötü hissettiğimde aklımda tek bir şey oluyor. ASLA YALNIZ YÜRÜMEYECEKSİN, KADIN DAYANIŞMASI YAŞATIR.