1 Kasım Dünya Vegan Günü’nde Veganizme Bir Giriş

Yazan: Arjin Zelal Esen

Yazıya başlarken en doğru olanın önce kendi deneyimlerimi aktarmak olacağını düşünüyorum. Yaklaşık 1 senedir veganım. Ancak tanışmam 2 seneyi aşkın bir süre önce olmuştu. Vejetaryenliği zaten biliyordum ama hep önyargılıydım, çoğu insan gibi. Tanıştığım bir kadın sayesinde veganizmi öğrendim ve bunu hayatıma dâhil etmek istedim. 15 yaşındaydım. Başlarda elbette çok bilinçli değildim, küçüklükten beri zihnime istemeden kazınan ‘mutlu sömürü’ düzeninin illüzyonu olsa gerek. Bir süre hayvan bedenini hala bir besin olarak kabul ettiğim için zorlanıyordum. Daha sonra her bir hayvan bedenini gördükçe, gerçeklerle yüzleştikçe ve konfor alanımdan çıkınca değişti her şey.

Peki, nedir bu veganizm?

Veganizm, hayvanların biz insanlar gibi birer birey olduğunu savunan bir yaşam biçimidir. Yaşam biçimi diyorum çünkü veganlık bir diyet değil. Veganizm denince insanların aklına beslenme dışında çok daha kapsamlı ve önemli şeylerin gelmesi gerekiyor. Çünkü sadece beslenme olarak ele alırsak bir diyetten öteye gidemez. Kürk/deri kullanmamaktan tutun, hayvan deneyi yapan ürünleri almamak ve hayvansal gıdaları yememeye kadar geniş bir kavramdan bahsediyoruz. Yani tamamen hayvan odaklıdır. Elbette sağlık, ekoloji vb. alanlarda da olumlu getirileri var ama odak noktamız hayvanlar diyebiliriz.

‘’İnsanlar bilinç sahibi tek canlı değil; Hayvanlar da insanlarla kıyaslanabilecek derecede bilince sahip. Bu, aralarında bütün memeliler, kuşlar ve ahtapotun da olduğu birçok canlı için geçerli.”

(Cambridge Bilinç Deklarasyonu)

Veganizm kendi başına politik bir duruş, bir mücadeledir. Sanıldığı gibi yaşama uzak bir mesele de değildir. Tam da hayatın içindendir aslında.

Devam etmeden önce, birkaç sık kullanılan terimleri açıklamak istiyorum.

Türcülük (speciesism): Seksistlik, ırkçılık, heteroseksizm gibi bir terim. Türcülük, “insan türünün özde diğer bütün türlerden üstün olduğu ve bu sebeple his ve duygu sahibi olan öteki hayvanların talep edemediği hak ve ayrıcalıklara sahip olduğu yönündeki son derece yaygın bir inançtır.” (Dr. Richard Ryder, 1970)

Karnizm (carnism): İnsanları belli hayvanları yemeye koşullayan inanç sistemi veya ideoloji. Birçok insan hayvan yemeyi bir seçim değil, bir norm olarak görür. Hayvana hayvan dedirtmeyen, et dedirten bu ideolojidir.

Kayıp Gönderge (absent referent): “Kayıp gönderge sistemi; kendini uzaklaştırma, üstünü örtme, yanlış yorumlama ve suçu başkasının üzerine atma aracılığıyla hâkimiyetini sürdürür.” (Carol J. Adams)

Tecavüz Askısı (rape rack): Sadece dişi ineklere, domuzlara değil, daha çok doğursunlar ve üzerlerinde test yapılabilsin diye maymunlara da uygulanan bir alet. Tecavüz askısı kulağa geldiği kadar korkunç bir şeydir. Küçük çiftliklerde bile vardır. İnsanlar hayvanın vücudunu ele geçirip, kollarını rektumunun yanına koyup, bir elle servikse baskı, diğer elle tohumlama yaparlar. (Bu yolla yaşam süreleri boyunca periyodik olarak hamile bırakılan inekler, normal koşullarda 25 yıl yaşayabilecekken stres dolu ve acı içinde ortalama 4-5 yıl yaşayabiliyorlar.)

Örneğin bir ineğin süt salgılaması için doğum yapması gerekiyor. Güle oynaya, kırlarda çiftleştiklerini düşünmüyorsunuz herhalde. Suni tohumlamaya maruz bırakılıyorlar ve bu işlemde tecavüz askısı denilen bir alet kullanılabiliyor. Detaylı bilgi ve daha fazlası için Earthlings (2005) belgeselini tavsiye ederim.

Earthlings Altyazılı izle

Yapılan ayrımcılığa, tahakküme; fiziksel veya psikolojik şiddete karşı bir mücadele içerisindeyiz. Onları metalaştıran bu düzene karşı çıkmak aşırılık olabilir mi?

‘Mutlu sömürü, acısız kesim, etik kesim’ önüne ne koyarsanız koyun, sömürü ve ölüm orada olacaktır. Reklamlarda gerçeklik algımızla oynayarak ‘mutlu inekler, mutlu tavuklar’ hatta ve hatta onları animasyonlaştırarak sanki hiç ölmüyorlarmış imajı verilerek küçüklükten beri zihnimize kazınıyor.

‘’Adams’a göre (2015), bireylerin ne yiyeceği, ne ile besleneceği, neyi yiyip neyi yiyemeyeceği, patriyarkal sistem tarafından belirlenen kültürel bir süreçtir. Et yemek ise, genellikle erkeklik üzerinden işleyen bir düzendir. Toplumsal cinsiyet, insanlara neleri yapmaları ve yapmamaları gerektiği hakkında yaptırımlar bildirir. Kadınlık ve erkeklik üzerinden dönen bu yaptırımlarda, diğer canlılar üzerinde hâkimiyet kurabilecek kadar güçlü ve yönetici olmak gibi sembolik bir anlam taşıyan et yemek de erkeklik ile ilişkilendirilmektedir.’’

(Kıstak, 2012)

Gelelim asıl konuya: Veganlığın, feminizm ve LGBTİ ile ne ilgisi var?

Bu durum çok basit bir örnek ile açıklanabilir.  İnek yavrusunu dünyaya getirdiğinde bile bakılan hususun cinsiyet ilişkisinden bağımsız olmadığını görebiliriz. Eğer erkekse kesimhaneye götürülüyor, hareket ettirmeyerek etinin daha yağlı olmasını sağlıyorlar. Annesinin sütünü içebilme hakkı olmasına rağmen onu yalnızca bir et olarak gören bizler yüzünden ölmeye mahkûm oluyor. Çünkü erkek inek işlerine yaramıyor. Diyelim ki yavru, dişi. O zaman, o da annesi gibi bir süt makinesi olarak görülüyor. Ve tabii annesinden ayrılıyor.

Günümüzde karşı çıktığımız patriyarkal düzen bir bakıma insan dışı hayvanlar için de işliyor. Onların hayatlarına mal olan bu düzenin yerle bir olması için mücadele ediyoruz.

Patriyarka kadını evine, bedenine hapsetmiştir. Hayvanlar da tıpkı kadınlar gibi ‘’et’’ olarak indirgenmiştir. Avcılık ve toplayıcılık ile yaşam sürdüğümüz dönemde sömürü sisteminin de temelleri atılmış oldu. Erkek ava gider, kadın ise tarımla uğraşırdı. Bu sayede patriyarka temelini attı, kadın bedeninin zayıf görülmesi sağlanmış oldu.

‘’Erkek adam et yer.’’ sizce bu cümle okuyup geçilmesi gereken sıradan bir cümle midir? Erkek=et, kadın=bitki eşleştirmesi yapıldı. Et birincil besin, bitki ise ikincil besin haline geldi. Bitki sadece eti süsleyen bir unsur haline geldi.

‘’Doğanın üzerindeki tahakküm heteroseksüel erkekliğin kutsandığı ve çoğu zaman kadınlarla birlikte ‘’kadına yakın/benzer’’ olarak görülen kişilerin dışlanmasına dayanmaktadır. Patriyarka tarafından tanımlanan normlara ve değerlere uymayanlar patriyarka açısından birey olma özelliklerini yitirirler. Genellikle bu kıstasları sağlamayanlar: natrans kadınlar, LGBTİ+, seks işçileri, hayvanlar, engelliler ve doğanın diğer bileşenleri olarak karşımıza çıkmaktadır.’’

Son olarak

Sözümü Carol J. Adams‘ın Etin Cinsel Politikası’ndan bir alıntı ile bitireyim.

‘’Biz, bütün zulümlerin birbiriyle ilişkili olduğuna inanıyoruz: Bütün canlılar özgür olana kadar, yani kötü muameleden, aşağılanmadan, sömürüden, kirlenmeden ve ticarileşmeden kurtulana kadar, hiçbir canlı özgür olmayacak.’’

Son kafes kırılıncaya dek!

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s