Röportaj: Ekim Sönmez
Öncelikle kısaca kendinden bahsedebilir misin?
Dersim Dağ: 1996 yılında Kürtlere karşı yürütülen savaşın yoğun olduğu dönemlerde Diyarbakır’ın Bismil ilçesinde doğdum. O dönem Kürdistan’da yürütülen göç ettirme politikasına ailem de maruz kaldı. Yoğun baskılardan dolayı ben henüz 5 aylıkken ailem İstanbul’a göç etti. Politik bir ailenin çocuğuydum. Devletin şiddetiyle çok erken yaşta tanışmıştım ve belki de şahsıma yönelik ilk şiddeti okula başladığımda görmüştüm. Okula başladığımda Türkçe bilmiyordum ve devlet beni Türkçe öğrenmeye, Türkçe konuşmaya, Türkçe düşünmeye zorluyordu. Beni Türkçe konuşmaya zorlayanlara karşı tercihimi Kürtçeden yana yaptım. 2014 yılında Artuklu Üniversitesi Kürt dili ve Edebiyatı Bölümüne yerleştim. Elbette yaşım ilerledikçe devletin aynı zamanda erkek olduğunu da fark ettim. Özellikle üniversite yıllarında genç kadınlar üzerinde yürütülen özel politikaları daha iyi çözümleyebildim. Bir kadının kendisini birey olarak kabullendirmesinin zorluklarını daha fazla gözlemleyebildim o yıllarda. Zaten politik bir ailede yetişmiş olmam bana politik bir kişilik kazandırmıştı fakat özellikle üniversite yıllarında halkımın ve kadınların gerçekliğinin farkına varmam beni daha fazla politik olmaya ve politik bir duruş sergilemeye itti.
Peki siyasete nasıl atıldın? Seni siyasete iten, politika yapma aşamasında bulunmaya cesaretlendiren etmenler nelerdi? Siyaset senin için nerede başladı?
D: Az önce bahsettiğim gibi üniversite yıllarındaki çözümlemelerim, Kürt halkı üzerinde yürütülen soykırım, kadın katliamları, taciz, tecavüz ve bir bütün olarak toplum üzerinde yürütülen politikalar beni bu düzene karşı mücadele vermeye itti, siyaset yapma cesaretini veren etmenler de bunlardı diyebilirim. Halkım ve cinsim üzerinde yürütülen kırım politikaları genç bir Kürt kadını olarak beni mücadele etmem için cesaretlendirdi. Buradayız ve bu politikalarınızı kabul etmiyoruz, bu düzeni genç kadın eliyle değiştireceğiz düşüncesiyle siyaset yapmaya başladım ve 2018 yılında HDP Diyarbakır Milletvekili seçildim. Elbette siyaset benim için 2018 yılında başlamadı, politik bir ailenin çocuğu olarak büyümemin de getirdikleriyle birlikte erken yaşta siyasetle tanıştım. Siyaset benim için dünyaya gözlerimi açmam ile başladı bile diyebilirim.
Üniversite hayatınızdan biraz bahsedebilir misiniz? Üniversite hayatından yola çıkarak üniversite gençliğine dair nasıl politikalar üretilmesi gerektiğini düşünüyorsun ve mevcut politikalarda nasıl eksiklikler görüyorsun?
D: Üniversiteyi 2014-2018 yılları arasında okudum. Çözüm sürecinin bitmesi ve ülkenin tekrar çatışma sürecine girmiş olmasının etkilerini çok yakından hissediyorduk. Nusaybin’de Sur’da Cizre’de gençler katlediliyordu ve üniversiteler karakollara çevrilmeye ve gençlerin meşru ve haklı talepleri bastırılmaya çalışılıyordu. KHK’lar ile akademisyenlerin ihraç edildiği ve üniversitelerin bilimsel eğitimden gittikçe uzaklaştığı bir süreçte öğrenciydim. Tüm bunlarla beraber Türkiye’de bir bütün olarak gençlerin düşünüldüğü geleceğe dönük üretilen bir proje ve politikadan bahsetmek pek mümkün değil, daha çok gençleri baskılamaya, nefessiz bırakmaya dönük politikalar izlenmekte ve bu politikalardan en çok akademideki gençler etkilenmekte. Üniversiteli gençlerin birçok sorunu var, bunların en başında gelen sorun; üniversitelerin vasıfsızlaştırılmasıdır. Özellikle 2016 yılından sonra hükümet tarafından KHK’lar ile gerçekten bilime hizmet eden ve özellikle muhalif olan tüm akademisyenler ihraç edildi. Kısmen de olsa bağımsız olan akademi, yandaş ve vasıfsız kişilerle doldurulup iktidarın arka bahçesi haline dönüştürüldü. Niteliği değil niceliği esas alan bir politika ile her yere üniversite kuran hükümet akademiyi kendi tekeline almış durumda. Bugün tüm üniversiteler polis karargahına dönüştürülmüş ve gençlerin bir fikir bile beyan etmesine izin verilmemekte, en demokratik eylem ve etkinliklere dahi müdahaleler oluyor. Böylesi bir ortamda akademide sağlıklı bir eğitimden bahsedilemez, öncelikle akademi üzerindeki bu vesayetçi, tekçi anlayışın kaldırılması gerekmektedir.
Akademilerde bir fikrin dahi beyan edilemediği, kimsenin düşüncesini özgürce ifade edemediği bir dönemden geçmekteyiz ve bu bizlerin yarınlarını ciddi anlamda olumsuz etkileyecek bir durumdur. Akademi tamamen özgür ve özerk olmalıdır, herkesin fikirlerini rahatlıkla ifade ettiği, tartışabildiği ve ürettiği bir alana dönüştürülmelidir. Üniversitelerde okuyan tüm gençlere burs ve barınma imkanı sunulmalıdır, ki bu imkan bulunmaktadır ama şu an iktidar tüm kaynaklarını gençlere ayırmak yerine savaşa ve yandaşlara aktarmaktan başka bir şey yapmamakta. Milyonlarca genç yoksulluk ve işsizlik ile nefessiz bırakılmış durumdadır. Maalesef gençlere reva görülen durum bu, vasıfsız, kimliksiz bir akademi, yoksulluk, işsizlik, baskı, tutuklama ve sindirme. Bu faşizan politikalardan vazgeçilmelidir.

Kürt dili ve edebiyatı mezunusun. Bu bölüme dair Türkiye’deki politikalar, bu bölümün sana, hayatına ve siyasetine katkısından biraz bahsedebilir misin? Ek olarak, son zamanlarda Kürtçe tiyatrolara yasak gelmesi gibi politikalar uygulanıyor. Bunları bölümün ve deneyimlerin dahilinde nasıl değerlendiriyorsun?
D: Üniversitelerde Kürt Dili ve Edebiyatı bölümleri ilk olarak 2012 yılında açıldı ve bugün bu bölümün binlerce mezunu var. Ben de Kürt Dili ve Edebiyatı bölümünden mezunum. Öncelikle kendi anadilimde çok değerli hocalardan akademik bir eğitim almak ve bu alanda birçok şeye vakıf olmak değerli ve mutluluk verici bir deneyim. Dil kendini her alanda var edebilmenin temel etmeni ve bunu kendi anadilinde, tarihsel referanslarına vakıf bir şekilde yapmak gerekiyor. Gündelik hayatımızdan, yürüttüğümüz siyasete kadar tüm mücadele alanımız dil üzerine ve benim akademideki deneyimleme sürecim şu an ki bütün hayatımda da devam ediyor. Dönemin atmosferinden kaynaklı hükümetin açılmasına izin verdiği bu bölümler bugün bir bir kapatılıyor ki şu an açık olan bölümlerde fiilen kapatılmış işlevsiz hale getirilmiş durumda. Düşünün bazı üniversitelerde bu bölümün öğrenim dili Türkçe ve hatta tezlerin de Kürtçe yazılmasına izin verilmiyor. Binlerce mezunu olan bu bölüme MEB’in bu yıl ayırdığı kontenjan sadece 1 kişi, 20 bin öğretmen atamasında Kürtçeye ayrılan kontenjan 1, sadece bunu esas alsak bile iktidarın bölüme ve Kürt diline yaklaşımını açık bir şekilde görebiliriz. Yasaklanan Kürtçe oyunlarda bu politikanın yansımasıdır. İktidar, Kürtlere karşı topyekun bir imha ve inkar politikası yürütüyor ve ilk olarak Kürtçeyi hedef alıyor. Kayyımlar gelir gelmez ilk olarak Kürtçeye saldırıyor. Her şeyi bir kenara bırakalım bu ülkede hala Kürtçe konuştuğu, Kürtçe müzik dinlediği için öldürülen kişiler var. Bu saldırılar iktidar tarafından sistemli bir şekilde yürütülüyor.
Biz feminist bir perspektiften bakarak anadil ve kadın mücadelelerinin kesiştiğini düşünüyoruz. Sen de bu mücadelelerin ortasında yaşayan bir kadın olarak, anadil ve kadın mücadelesi arasındaki kesişimselliği nasıl yorumlarsın?
Dediğim gibi temel mücadele alanımız anadilimizdir, anadilimiz mücadelemizin orjinini oluşturmaktadır. Bu mücadelenin öncüleri ve en büyük yürütücüleri kadınlardır. Kadın mücadelesi ve anadil mücadelesi birbirinden beslenen, birbirinden güç alan iki alandır. Temel amacımız ve çalışmalarımız bu iki mücadele alanını güçlendirmek sürekli hale getirmektir. Bu iki alan birbirinden bağımsız düşünülemez, kadınlar her alanda olduğu gibi anadil mücadelesine de öncülük yapmakta. Sadece iktidarın yönelimlerine bakarsak ilk olarak hedef alınan iki mücadele alanının bunlar olduğunu görmekteyiz. Çünkü bu iki alan bütün mücadelemizin temellerini oluşturmaktadır.
Yereldeki mücadelelerden de bahsetmek gerekirse, Kürt illerinde kadın mücadelesi yürütmenin olanaklarından, muhtemel zorluklarından ve sınırlarından biraz bahsetmek ister misin?
Kürdistan’da kadın mücadelesini yürütmenin birçok zorluğu bulunmakta, yüzyıllardır savaştığımız ataerkil bir zihniyet ve onun vücut bulmuş hali olan devlet gerçekliğiyle mücadele ediyorsunuz. Çok boyutlu ve zorlu bir mücadele alanı fakat Kürt kadınları tüm bu zorluklara karşı Kürdistan’da kısa sürede çok büyük kazanımlar ve başarılar elde etti, sadece son 40 yıllık sürece baktığımızda Kürt kadınlarının mücadele pratiğinin bizlere neler kazandırdığını görmekteyiz. Kadının adının olmadığı bir coğrafyada bu mücadele sayesinde Kürt kadınları dünyadaki kadın mücadelesine öncülük yapabilecek bir konuma gelmiş durumda. Kürdistan’ın her ilinde her ilçesinde, her köyünde bu mücadelenin ve devrimin yansımalarını çok rahat bir şekilde görebiliyoruz, bu durum zorlu bir mücadelenin sonucudur ki bu mücadele hala devam ediyor bizlerde bunun bir parçası olmaktan gurur duyuyoruz.

Peki daha büyük bir çerçevede, genç kadın bir siyasetçi olmanın etkilerini meclis içinde ve parti içinde nasıl deneyimliyorsun?
Genç bir Kürt kadın olmanın her alanda getirdiği avantajlar ve dezavantajlar var. Takım elbiseli, yaşlı erkeklerle kodlanmış olan Türkiye siyasetinde de genç bir kadın siyasetçi olmanın getirdiği zorluklar var elbette. Ama genç ve kadın olmanın getirdikleriyle halk için dürüst, insancıl, adaletli ve vicdanlı bir siyaset tarzını tutturmaya çalışıyorum. Partim HDP çok sesli ve çok temsiliyetli bir parti, kadınların, gençlerin, farklı etnik grupların, halkların bir arada siyaset yürüttüğü mücadele ettiği bir parti. Böylesi bir partide kadın, genç ve Kürt kimliğimle siyaset yürütmek, bu kimliklerin temsiliyetinin gereğini yapmaya çalıştığı bu yolda partim en büyük destekçim oluyor.
Genç kadın bir siyasetçi olarak şu an bulunduğumuz koşulları da göz önüne alarak nasıl bir siyaset tahayyül ediyorsun? Siyasetin nasıl bir şey olması gerektiğini düşünüyorsun?
Öncelikle siyasetin tekçi, faşizan, eril zihniyetten kurtulması gerekiyor, bizlerin temel mücadelesi bu yönlüdür. Eril zihniyetin olduğu her yerde savaş, ölüm, yıkım, tecavüz ve talan vardır işte tam da bu yüzden siyaseti bu zihniyetten kurtarmak gerekiyor. Siyaset halka, barış, adalet, demokrasi, eşitlik, huzur getirdiği oranda başarılıdır. Kadının rengini, iradesini yansıtabildiği oranda, eşitlikçi demokratik siyasettir. Bizler de tam olarak bunların mücadelesini veriyoruz. Ülkede demokratik siyasetin etkin olmasının mücadelesini veriyoruz
[…] Dersim Dağ ile yaptığımız röportajda ise şiddetin tek boyutlu değil aynı anda birden fazla boyutunu olduğunu gözler önüne sermeye çalıştık. Biz kadınlar yalnızca fiziksel, psikolojik açılardan şiddete uğramıyoruz. Bu açıların yanı sıra, kesişimsel kimliklerimiz dolayısı ile etnisitemiz ve anadilimiz gibi başka yönlerimizin marjinalize edilmesi sonucu şiddetle karşı karşıya kalabiliyoruz. […]
BeğenBeğen