
25 Kasım’da sosyal medya ve ODTÜ gruplarında iki görsel dolaştı: “CİTÖB Nedir?” ve “Taciz ve Saldırı Durumunda Ne Yapmalısın?”. Biz feminist kadınların hazırladığı bu görsel ve mesajlar, bizlerin erişebildiği her gruba, sosyal medya hesabına ve CİTÖB’teki hocalarımıza da ulaştı. Bunun üzerine genişleyen feminist dayanışmamızın öncülü amaçlarından biri ODTÜ’de ve tüm kampüslerde erkek şiddetine karşı birlikte mücadele etmektir ve bu süreci tartışmak mücadelemiz açısından faydalı olabilir.
Öncelikle, bu mesajların feminist öğrencilerden çıktığını ve dayanışma yoluyla yayıldığını söylemek gerekir. Kurulduğu günden bu yana kendini duyurma açısından oldukça eksik kalmış, tekil olarak zaman zaman bazı feminist hocaların bazı derslerde, aklına geldikçe veya CİTÖB’e ihtiyaç oldukça kampüsteki şiddetin varlığı dile getirilmiş, bunun dışında ODTÜ’de CİTÖB’ün varlığının duyurulması için kurumsal olarak herhangi çalışma yapılmamıştır. Afişlerle iletişimin oldukça güçlü olduğu kampüste üniversite CİTÖB’ü tanıtmak için bir afiş tasarlayıp aşmamış, CİTÖB’ün kendi mailinden bütün okula “Cinsel Taciz Nedir?” gibi en ufak bilgilendirici mail atmamıştır. Bunları ilk başta aklımıza gelebilecek ve yapılması en kolay işler olduğu için örnek gösteriyorum.
Kurulması, çalışması ve varlığını sürdürmesi için oldukça mücadele veren, kendi mücadele yöntemlerimizin CİTÖB’ü oldukça aşan biz kadınlar; pandemi şartlarında dayanışma ağlarımızı yeni yöntemlerle güçlendirirken bir yandan da askıya alınmak istenen kazanımlarımıza sahip çıktığımızı açıkça ortaya koymak için böyle bir çalışmaya girişmiş olduk. Yerelimizde güçlü dayanışmamız kadınlara güven veriyor olacak ki, gruplara mesajı gönderen kadınlara CİTÖB’ün pratik sorunlarıyla ilgili pek çok geri dönüş oldu. Bu geri dönüşlerden en öne çıkan ve elzem görüneni erişim sorunudur. Bu sorunu gündeme alarak, erişebilirliliği ve müdahil olabilmeyi arttırmayı öncelikli olarak hedefledik.
Öncelikle erişim sorununu kısıtlı ve teknik sorun olarak ele almaktan kaçınmak gerek. CİTÖB’ün bir odasının olmadığı, CİTÖB’te sorumluluk aldığı okuldaki kadınlar ve kadın örgütleri tarafından bilinen tek hoca olması, bu tarz sorunlardan kaynaklı kadınları süreçten caydıracak şekilde oradan oraya yönlendirilmesi, CİTÖB’ün henüz bir telefon numarası olmaması, iki başvuru kanalından biri olan dilekçe yolunun kampüsün kapalı olmasıyla kullanılmaz olması, diğer yol olan e-mail ile başvurunun ciddi erişim sorunlarına dair pek çok geri dönüş almış olmamız, CİTÖB’ün işlevselliğine dair bizler için inisiyatif alma gereğini ortaya koyuyor.
E-mail yoluyla CİTÖB’e başvurmuş pek çok kadın herhangi geri dönüş alamadığını ve sonrasında cevapların kesildiğini ardından kendi yöntemleriyle kişisel olarak güvenliğini sağlamak için harekete geçmek zorunda kaldıklarını bizlerle paylaştı. CİTÖB’e başka bir başvuru yolumuz olmaması ve bu tek yolun ise sıklıkla farklı zorluklarla tıkanması, bu tartışmayı teknik zeminden öte tartışmamız gerektiğine dair bir işaret barındırıyor. Bu noktada şuna dikkat çekmek istiyorum: kadınların sürekli ve sistematik şiddete uğradığı hayatında, bunun önlem ve öz savunma mekanizmalarının farklı zorluklarla kısıtlandırılmaya ve ortadan kaldırılmaya çalışılıyor. Genç kadınların yaşamında, bir kadının bile böyle bir süreci tek başına geçirmek zorunda kalması, bizler için bu kampüsü ayağa kaldırmak, faillere ve sorumlulara karşı durmak için yeterli bir sebep oluşturmalıdır. Artık bir kadının sırtında fazladan bir yük, canına eklenen bir sıkıntı daha veya hayatta yapacağı en ufak şeyi bir nebze daha zorlaştıracak hiçbir koşula bizlerin tahammülü yok! Ne kadar şiddette karşı dayanışmamızla, mücadelemizle, birlikte ve daha da güçlü çıktığımızı söylesek de (ki buna kendi içimizde hiçbir itirazım yok), bizlerin hayatından çalan bu koşulların getirdiği bilincin meşrulaştırılmasına da, şiddeti ‘doğalında kabul etmenin’ söylemine zemin oluşturmasına da asla izin vermeyeceğiz!
Bizleri müdahil etmeden şiddeti önlemeye çalışan CİTÖB’ün, kurumsal kazanımlarının bu anlamda bizlere karşı sorumlu olduğunu, şu veya bu biçimde bir kadını bile bu kazanımlardan ayrı tutmaya muktedir olmadığını hatırlamak ve hatırlatmak gereklidir. İçinde bulunduğumuz durum ve 25 Kasım CİTÖB çalışmasının sunduğu manzara hem içeriksel (yani açıkça en az bir kadın bu kurullara ulaşmak istediği halde ulaşamayıp, bu süreci yalnız veya kendi dayanışma ağları içinden yürütebilmektedir) hem de biçimsel olarak (tekil bir teknik koşuldan öte toplamda kuşatılmış ve ulaşılmaz kılınmış bir CİTÖB vardır) üniversitede kadınların şiddete karşı mücadelesine dair yeniden tartışma ve önüne örgütlü görev koyma ihtiyacını tekrar gündeme getirmiş gibi görünüyor.
2016’da kurulan ODTÜ CİTÖB’ü izlediğimizde CİTÖB’ün durumuyla yerelde kadın mücadelesinin durumu arasında paralel bir ilişki gözlemlediğimiz için önce CİTÖB’ü aradan çıkaralım, umut ediyorum ki birlikte, bu yazıyı aşan bir uzunlukta, kendimizi tartışalım.
CİTÖB’ün duyurulmaması ve bilinmemesi, kampüste kitlesel boyutta erişim sorunun temelini oluşturuyor. Cinsiyetçilik ve cinsel şiddettin disiplin suçu haline gelmesine rağmen bu durumun bilinmemesi, hem failler ve potansiyel failler için caydırıcılık yoluyla önlemenin önüne geçiyor. Ayrıca şiddete maruz bırakılanların bu mekanizmadan haberdar olmaması adalet arayışının önüne geçiyor. Tabi ki CİTÖB’ün önleme sorumluluğu bundan çok daha kapsamlı fakat bu yazıda bunlara çok değinemeyeceğim.
CİTÖB’ün kitlesel düzeyde gizemine karşı mücadelemizin duyurma ve savunma adımları bilinmesine karşın erişim yolunun çok zor olması ve başvurulmasına rağmen erişilememesi şiddeti önlemek için büyük engel teşkil ediyor. CİTÖB kurulduğundan beri kurula dahil olma talebi olan biz öğrenci kadınlar bunu dile getirdiğinde kurulun iç sorunları önümüze gerekçe olarak sunuluyor. Bizler bu bürokratik kurulların iç sorunları içerisinde mücadelemizin boğulmasına izin vermeyeceğimiz gibi yaşamlarımızı savunma konusunda ısrarcı ve iddialıyız. Kampüste öğrenci kadınların mücadelesi kurulun sorunlarını aşacak birikim ve deneyime sahiptir, fakat bizleri söz-yetki-karardan tecrit eden her türlü yöntemin başarısızlığının sorumluluğunu almayı reddediyoruz. CİTÖB’ün krizini bizler çözebiliriz, CİTÖB çalışmak istiyorsa, bizlerle iletişim içinde olması yetmez, eşler düzeyinde söz kuracak biçimde bizleri kurula dahil etmelidir.
Tabi ki CİTÖB oda kurmalı, telefon bağlatmalı, maillerine cevap vermeli, kendini duyurmalı ve daha devam edeceği açık olan pandemi sürecini göz önünde bulundurarak yeni stratejiler geliştirmelidir. Hepsinden de önemlisi, CİTÖB kendi aklını feminist dayanışmanın güçlü birikimine dayandırarak yeniden tartışmalıdır. Bu tartışmanın asıl ekseni sorumlu olduğu kadınları tanıma, kadınların koşullarını, hayatlarını tanımaya çalışma ve onlara temas etmeyi esas çalışması haline getirmek olmalıdır. Bu içeriksel ve soyut gibi görünen tartışma ekseni kendi başına pek çok pratik/‘teknik’ sorunu çözecek, CİTÖB deneyimini derinleştirecek ve kurulun önüne yeni yöntemler getirecektir. Çünkü karşımızdakinin bir kişi olduğunu ve bir kadın olduğunu sürekli olarak aklımızda bulundurmak, bunun ne demek olduğunu anlamak ve bunun sorumluluğuyla hareket etmek mücadelemizin yöntemlerinin geldiği incelikli halin temel yol haritası oldu hep.
Aksi takdirde dinamik ve canlı bir mücadelenin yapısal kazanımı olduğunu unutan, kendini bürokratik işlemlere sıkıştıran bir CİTÖB’ün kadınların tekil hayatlarıyla yapıcı bir ilişkilenme geliştiremeyeceği gibi tekilde kırıp döken, kolektifte sınırlayan ve tasfiye eden bir konumda kendini bulacaktır.
Gelelim bizlere. Bu kısmın uzun süredir tartıştığımız kurumsal eleştiri ve talepler listesinden, günün sonunda, daha incelikli ve kıymetli olduğunun hem inancı hem de bilgisiyle, aslında uzun süredir tartıştıklarımıza dair bir dizi soru dile getirmek daha alan açıcı bir yöntem olabilir. CİTÖB ve yerel kadın mücadelemiz arasındaki ilişkiyle birlikte ele alınabilecek pek çok bağlam varken, bu seferlik aktif özne olma yani faaliyet yapabilmenin ön koşulu olarak özörgütlülüğümüz ve özsavunmamız ekseninde tartışmak ve sormak iyi olabilir.
CİTÖB’ü kazanan mücadelemiz, doğrudan ikisini de bizim birbirine koşullu mücadele alanlarımız olarak ele almayı mı, yoksa süreç içerisinde birbirinin önünü kesmiş olmasıyla birinden vazgeçerek öbürünün belini doğrultmayı mı önümüze getirir?
CİTÖB’ün kurulmasıyla özsavunma faaliyetlerimizin kısıtlanması ve Kadın Dayanışması gibi yapılarımızın daralması arasında paralellik gözlemleyebilir miyiz?
Bu daralma nicelikselden öte niteliksel olabilir mi? Yerelde kadın mücadelesinin doğrudan tepki koyma esnekliğine sahip ve sürekli olarak erkek şiddetine karşı mücadele örgütleyen yapısında ve yereldeki deneyim ve birimin aktarılmasında yaşanmış gibi görünen daralma, bizleri CİTÖB/yerel örgütlülük arasında seçmeye götüren bu ikililikten nasıl bir yöntemle çıkılmalı?
Bizler için şiddet mekanı olan evlere kapanış, bir araya geldiğimiz kampüslerden uzaklaşma, hareket alanımızı iyice kısıtlayan ekonomik kriz ve yoksullaşma anlamına gelen pandemi sürecinin bu koşullarını aşan bir araya gelme biçimleri ve yöntemleri ne olabilir?
Açıkça bu sorunları bir araya gelerek aşmaya yetkin mücadele birikimimiz pandemi koşullarında bir araya gelememenin nefes darlığını yaşıyor ve bizleri de gündelik olarak karşılaştığımız şiddetlere birlikte cevap olma açısından kısıtlıyor. Boğazlarımızdaki düğümleri açan birlikteliğimize tekrar dönerek, bunun yeni yöntemlerini konuşmak bizler için yaşamsal bir ihtiyaç olarak ortaya çıkıyor.
[…] ve kurumların örgütlenme pratiklerimiz ile ilişkisi üzerine yazan Yağmur Yurtsever ise “CİTÖB’ler Mücadelenin Neresine Düşer?” isimli yazısıyla, ODTÜ’lü kadınların CİTÖB üzerine yaptıkları eleştiriler sonucu […]
BeğenBeğen