Yazan: Mor Çiçekli Cadı
Ergenlik dönemimde, kıyafet konusunda ailemle hep savaş halinde olduğumu hatırlıyorum. Belki de feminist bilincim ilk bu konuda başlamıştı. Abilerimin giyimine karışılmazken, evde onların tabirlerince atletsiz dolaşmalarına razı gelinirken, benim tesettüre karşı çıkışım annemle babamı huzursuz ederdi. En çok destek beklediğim kişi annemken en sert tavrı ondan görmemin beni senelerce yaraladığını, sonradan toparlayacağımız ilişkimizi geriye ittiğini düşünüyorum. Toplum tarafından normalleştirilmiş aile içi şiddetin sadece psikolojik olanını yaşamadım tabi ki. On beş yaşımdayken abilerimden gördüğüm -ilk olmayan- fiziksel şiddetin etkisiyle evden çıkışım ve bir kitapçıya kendimi atışım zihnimde hala capcanlı. Cinsiyet eşitliğine dair kitaplara göz gezdirirken bir psikoloğun kitabına gitmişti elim. Yaşadığım şiddetin etkisi böyle cereyan etmiş, okuma isteği uyandırmıştı bende. Yaşadığınız koşulları sorgulama gereği duyan inatçı bir kişiliğe sahipseniz bu durum sizi tutucu aile ortamında isyankar bir kadına dönüştürüyordu aslında. Zamanla kadın dayanışması duygusunun içimde güçlenişi, yaşadığım topluma duyduğum öfkeyle paralel ilerledi hep. Kendimi feminist olarak görmeye ve ifade etmeye başlamıştım. Lise yıllarımdaki bu duruşum arkadaşlarım tarafından erkek düşmanlığı olarak algılanıyordu maalesef. İnsanların feminist kelimesine duyduğu ön yargı, zaten ailesi tarafından kolaylıkla kabul görmemiş benim için yıpratıcıydı. Düşünüyorum da sosyal fobim o yıllarda artmaya başlamış. İnsanlarla iletişim kurmaktaki eksikliklerim, yalnızlık duygumun şiddetlenmesi üniversiteye hazırlandığım sene bende farklı bir boyuta ulaşmıştı ve kitap okuyamama problemimin başlamasıyla teorik okumalardan uzak kalacağım bir döneme girmiştim. Feminist bilincin yaşanmışlıklara dayandığını; gücünü kadınlardan, queerlerden ve kapsayıcılıktan aldığını ben de zamanla daha iyi anlayacaktım.
Üniversite yıllarımda başka feministlerle tanışmam, 8 Mart ve 25 Kasım yürüyüşleri, kolektifliğin eylemselliğe dönüşmesi benim için büyük bir kırılma noktasıydı. Yine de bu kadar farklı feminist örgütlenmelerin olmasını kafamda oturtamıyordum. Çünkü mücadele biçimlerinin ve politikaların, hepimizin feminist olmasına rağmen değişiklik gösterebileceğini kavrayamamıştım. Tıpkı terfliğin (trans dışlayıcı radikal feminizm), homofobikliğin, Kürt kadınların sorunlarına sessiz kalmanın mantığını hiçbir zaman kavrayamayacağım gibi. Feminist örgütlenmelerin ve sosyal medyanın etkisiyle hayatımdaki kız kardeşlerimin sayısı da artıyordu. Yaralarımıza rağmen bir arada olmayı, sevmeyi, yıprattığımız/kırdığımız insanların sızısıyla yaşamayı biz de birbirimizden öğreniyorduk. Aslında kalp kırıklıklarımızı, erkeklerden gördüğümüz şiddet ve manipülasyonları anlatmak, paylaşmak bizi birbirimize yakınlaştırıyordu. Partnerlerimizle ilişkilenmelerimizde içine hapsedildiğimiz suçluluk duygusunu, feminizmden kaçarak değil feminizmin öznesinin kendimiz olduğunu hatırlayarak ve yaşanmışlıklarımıza dayanarak yıkıyoruz. Kaç feministin beni gözyaşlarımla dinlediğini bilirim. Şu an 20 yaşımdayım, biyolojik ailem; annem, babam ve ablamdan ibaret. Hala teoriyle ilgili okumalara devam ediyorum ve dinamizmini kaybetmeyecek mücadelemize tutunuyorum.
Ve son olarak; Feminizm ömür boyu baba! Evlenene kadar değil. Direnişe devam, babişkolara selam!
[…] da birer öz savunma pratiği. Bunu feminist mücadele ile isimlendiriyor ve güçlendiriyoruz. ‘Feminizm Ömür Boyu’ isimli yazısında Mor Çiçekli Cadı bu deneyimini bizlerle […]
BeğenBeğen