Hiç bilmiyorum. Başım ağrıyor. Dinlenilmiyorum. Sürekli anlatıyorum. Dinlenilmiyorum. Dinlenilmiyorum. Ha? Ne dedin? Şunu dedim. Sessizlik. Beni duydun mu? Ha ne dedin? Yılgınlık. İki hafta sonra tekrar anlat anlat anlat dinlemesinler dinlemesinler dinlemesinler veya dinlemesin. Başım ağrıyor.
Bazı anlar var, tam olarak böyle yazıları yazdıran, salya sümük ağlatan, arkadaşını arayıp anlattığın. İyi ki bazı arkadaşlar var sıkıştığın yerden çıkaramasa da başının ağrısını hafifletebiliyorlar. Ama ben yazmak istiyorum çünkü o anı yaşarken tek dediğim şey “kurtulmak için yazmak istiyorum” idi.
Sıkıştım. Hareketim yok. Başka hayatı yaşama şansım yok. Yaşayamam ben. Bilmiyorsunuz. 25 yaşında olup ne istediğinizi bilmemenize sebep olan aile, akrabalar ve sosyal çevreye sahip olmanın ne demek olduğunu bilmiyorsunuz. Ya da her hareketinizin kontrol edilmesinin ne demek olduğunu biliyor musunuz? Misal 25 yaşında yemek yerken babanızın tırnak kontrolü yapmasını nasıl buluyorsunuz? Çok komik değil mi? Değil işte. Böyle komik diye geçiştirdiğim ve bir başkasına söylediğim de “çok üzüldüm” denen çok anım var benim. Kontrolün duygusal şiddet, manipülasyon ve duygu sömürüsü halini ise fark etmem 25 senemi aldı. Şimdi kendi çapımda olan küçük tatlı bir isyanım var (Bakınız isyanımı da küçümsemeyi bana onlar öğretti). Fakat dediğim gibi sıkıştım. İstediğim bir hayatı yaşamak sanki benim ve tüm sevdiklerim için felaketleri getirecek. Bütün sevdiklerimi sanki kaybedeceğim. O anki bana bakışlarını gözlerimde canlandırabiliyorum. Bu bile hareketsiz kalmama neden olabiliyor. Hareketsiz kaldıkça tüm anlamlarımı yitiriyorum. O anlamlardan da kurtulmak, yepyeni bir hayat kurmak istiyorum. Fakat dediğim gibi sıkıştım kaldım kurtulamıyorum.
Nasıl yaşayabiliyorum? Hiç ama hiç yaşamayarak yani donmuş hareketsiz bir halde.
Bir de buralara yazarak…