“Amacımız bu dar perspektifin (ataerki ve hiyerarşiler) ötesine gitmek; çeşitliliğimizi ve bundan farklı bir şekilde Kuzey’in Güney, erkeklerin kadınlar üzerinde egemenlik kurmasına, coşkun soyguncunun daha fazla ekonomik gelir için doğal kaynakları yağmalamasına izin veren dünya yapısındaki içsel eşitsizlikleri ele almaktır.”
Maria Mies ve Vandana Shiva, 1993, Ecofeminism
Ekofeminizm, ekolojik mücadeleyi feminizm ideolojisi ile birleştiren yeşil akımlardan biridir. Çıkış noktası doğanın ve ekolojik sistemlerin sömürüsünün, kadınların ve kadın bedenlerinin sömürülmesi ile benzer nitelikler taşımasıdır. Ayrıca kadınların ekolojik tahribatlardan daha çok etkilenmesi ve doğal sistemlerde insan eliyle meydana gelen problemlerin, kadınların hayatını erkeklerin hayatına göre daha çok etkiliyor oluşu ön kabulünde bulunur. Çünkü dünyanın birçok yerinde ikili cinsiyet sisteminin getirdiği normların sonucu olarak kadınlar, doğa ile daha yakın bir ilişki içerisindedir.
Ekofeminizme göre kadınlar sarf ettikleri emek süreçlerinde direkt olarak doğa ile temas halinde olduklarından, ekolojik sistemde meydana gelen dönüşümlerden etkilenmeye erkeklere nazaran daha açık ve korunmasız haldedirler. Bu emek süreçlerine ücretsiz ev içi emek, aile bireylerinin bakımı, emek gücünün yeniden üretilmesi gibi eylemler örnek verilebilir. İçinde bulunduğumuz kapitalist sistemin devamlılığı bu emek süreçlerinin yerine getirilmesine bağlıdır.
Toplumsal cinsiyet eşitsizliklerinin ortaya çıkardığı cinsiyetçi iş bölümü nedeniyle bu emek süreçleri genellikle kadınlar tarafından ücretsiz olarak yerine getirilir ve bu süreçte doğal kaynaklar da kullanılır. Örneğin kırsal alanlarda geçimlik tarımla uğraşan kadınların sayısı erkeklerden fazladır. Kadınlar herhangi bir ücret almadan ailelerine ait tarım arazilerinde aileleri için tarımsal üretim yaparlar. Bu örnekten yola çıkarsak doğal sistemlerde meydana gelebilecek herhangi bir bozulmanın veya hasarın erkeklerden ziyade kadınların hayatını ve emek süreçlerini doğrudan etkileyeceği, emek ve yaşam döngülerine direkt olarak zarar vereceği tartışılamaz bir gerçektir. Bunun sebebi ise hayatın devamlılığının sağlanması için gerekli doğal kaynakların çoğunlukla kadınlar tarafından yönetilmesi ve kullanılmasıdır.
Hem doğanın hem de kadınların sömürüsü modern toplum var olduğundan beri yaygın olarak dünyanın büyük bir kısmında gözlemlenebilir olsa da ekofeminizm akımının ortaya çıkması 1970’li yılları bulmuştur. 1970’li yıllarda nükleer enerji karşıtı hareketin yaygınlık kazanmasıyla beraber öne çıkan yeşil politik akımlardan birinin ekofeminizm olması şaşırtıcı değildir. Bunun sebebi ekofeminizmin; doğa sömürüsünün ve ekolojik tahribatların sadece çevreye değil, aynı zamanda kadınlara da zarar veriyor oluşuna ilişkin olmasıdır. Bu bağlamda ekofeminizm, doğal çevrenin tahrip edilmesi ile kadınların sömürülmesi arasında güçlü bir bağlantı kurar.
Yukarıdaki basit örnekten de anlaşılabileceği üzere kadınların ataerkil sistemde maruz kaldığı emek ve beden sömürüsü ile kapitalist sistemde doğanın maruz kaldığı ekolojik yıkımlar ve tahribatlar, ekofeminizme göre aynı nedenden dolayı ortaya çıkar. Tüm bunların sebebi toplumdaki eşitsiz ataerkil güç ilişkileridir. Bu bağlantıyı temel alarak oluşan ekofeminizmin temel olarak iki iddiası vardır. Bunlardan ilki, kadınların ve doğanın benzer özellikler göstererek bir bağlantı ve ilişkisellik içinde var olmasıdır. İkincisi ise hem kadınların hem de doğanın ataerkil sistemden zarar görmesidir.
Ekofeminizmin gayesi, kadınlara ve doğaya zarar veren ataerkil sistemin yıkılması ile toplumsal cinsiyet eşitsizlikleri ve ekolojik sömürü olgularının ortadan kalkmasıdır. Dolayısıyla toplumda var olan ve devamlı yeniden üretilen güç eşitsizliklerinin yıkılması gerekmektedir. Bu yapılar yerine hiyerarşinin olmadığı ve eşitlikçi bir iletişim anlayışının benimsendiği toplulukların oluşturulmasıyla hem kadınların hem de ekolojinin kurtuluşunun sağlanacağı savunulur. Ekofeminizmin kurucularından biri sayılabilecek Vandana Shiva’ya göre ekofeminizmin derdi, dünyada var olan tüm eşitsiz ilişkilerle ve hiyerarşik yapılanmalarladır. Var olan eşitsiz sistem doğayı gitgide daha fazla talan etmekle kalmaz, kadınların sömürüsünü de zaman geçtikçe derinleştirir.

Sonuç olarak ekofeminizm, günümüzde gittikçe derinleşen ve birçok insanın hayatını tehdit eden ekolojik sorunlara ve kadınların sömürülmesine karşı çözümler sunduğundan bütüncül bir anlayışla bu meseleleri yorumlayabilmek için gereklidir. Doğanın ve kadınların benzer sömürü süreçlerine maruz kalmasından dolayı, bu iki meselenin de eşitsiz ilişkilerden olumsuz yönde etkilenerek var oldukları tartışılamaz bir gerçekliktir. Ekofeminizm akımına göre kadın hareketi ile ekoloji mücadelesinin kesiştiği ortak değerler vardır ve bunlar ancak iki meseleyi bir arada çözebilecek eylemlerle ortadan kaldırılabilir. Ekofeminizm yöntem, analiz ve uygulanması bakımından eleştirilmeye açık yönleri içinde barındırıyor olsa da yaşamakta olduğumuz ataerkil dünyada gerçekleşen eşitsizlikleri anlama yolunda ekofeminizmin bize kılavuzluk edeceği aşikardır.