Kısa bir hikaye ile başlayacağım söze.
Hindistan’ın bir köyünde, içilebilir su kaynağı olmadığı için köydeki kadınlar saatlerce uzaklıktaki bir su kaynağından her gün su taşırlarmış evlerine. Bir grup Avrupalı aktivist de kadınların yaşadığı bu zorluğu görerek köyde bir kuyu açmaya karar verir. Avrupa’dan kalkıp Hindistan’daki bu köye gelirler. Kuyu açmak için gerekli çalışmalara vakit kaybetmeden başlanır. Toprak analizi, kaynak arayışı derken nihayet kuyu başarılı bir şekilde açılır. Aktivistler oldukça mutludur, ne de olsa bütün zorluklara rağmen amaçlarına ulaşmışlardır. Artık köydeki kadınlar daha mutlu olacaktır çünkü her gün saatlerce uzaklıktaki kaynaktan su taşıma sorunları kalmamıştır. Fakat kısa zaman içerisinde ciddi bir sorun baş göstermeye başlar. Neredeyse her gün, kuyu bir şekilde tahrip edilir. Tahribatı yapanların kim olduğu ise bir türlü tespit edilemez. Gel zaman git zaman, kuyu artık kullanılamaz hale gelir bu tahribatlardan. Bunu yapanların kim olduğunu araştırmaya başlarlar ve karşılaştıkları sonuç ise şaşkınlık vericidir. Tahribatı yapanlar, köydeki kadınlardır. Neden? Neden kadınlar kendilerini bu dertten kurtaran kuyuya zarar verirler? Aktivistler, kuyuyu tahrip edenlerin kim olduğunu öğrendiklerinde yaşadıkları şaşkınlığın çok daha fazlasını, bu tahribatın gerekçesini öğrendiklerinde yaşarlar. Köydeki kadınlar tüm gün evde, tarlada çalıştıkları için arkadaşlarıyla sosyal ilişkiler kuramamaktadır. Üstelik evde, erkekler tarafından aşağılanmakta ve dışlanmaktadır. Gün içerisinde sosyalleştikleri, arkadaşlarıyla konuşup eğlenebildikleri tek yer uzaktaki su kaynağına ulaşmak için kat ettikleri yoldur. Oysa köye açılan bu kuyu bu imkanı ellerinden almıştır.
Bu kısa hikaye burada bitiyor ama benzer hikayeler her gün yaşanmaya devam ediyor. Hala bir yerlerde, sorunu yaşayanlarla diyalog kurulmaksızın, çözüm tartışılmaksızın, çözüm adı altında dayatmalara devam ediliyor. Çözüm; bir grup aktivistin Hindistan’ın köyüne, hiç sormadan, konuşmadan kuyu kazması olamaz. Ne kadar iyi niyetli de olunsa, sorunu yaşayanların iyi niyet gibi dinlenmeye ve anlaşılmaya da ihtiyaçları var. Ortada yaşanan bir gerçeklik ve bu gerçekliğin de birçok nedeni var.
Dezavantajlı grupların karşılaştıkları sorunlar, tek bir yönden ele alınabilecek nitelikte değil. Her bireyin özgün bir yaşamı var. Bu özgün yaşamlar, elbette ki karmaşık bir yapı demek. Örneğin, Afrikalı bir kadın ile Asyalı bir kadının yaşadığı sorunların benzer yönleri olmakla beraber, yaşanılan coğrafyadan, kültürden, dinden, ekonomik koşullardan vs. kaynaklı olarak sorunlar değişkenlik de göstermektedir. Bunun yanı sıra aynı coğrafyada yaşayan, aynı dine mensup olan, ortak bir kültürden gelen, benzer ekonomik koşullara sahip insanların karşılaştığı sorunlar da değişkenlik gösterebilir. Hal böyleyken sorunun kaynağına inmeden çözüm üretmek mümkün mü?
Bu noktada, çözümün ne anlam ifade ettiği de oldukça önemli. Çözüm nedir? Sorunu bizzat yaşayan kişi ile sorunu dışarıdan gören kişinin, çözümün ne olduğu konusunda fikirlerinin örtüşmemesi de söz konusu olabilmektedir. Bazen sorunu yaşayan kişinin iradesi, özgür düşüncesi, karar alma hürriyeti baskılanmış olabilir. Böylelikle kendisi için görece çözüm olabilecek konulara karşı olumsuz bir bakış açısı gelişebilir. Bu durumda yapılacak şeyin diyalog kurmak olduğunu düşünüyorum. Kaldı ki sorunu dışarıdan gören kişinin de sorunun nedenine ilişkin yanılgıları olabilir. İnsan görünene aldanabilir ve arkadaki detayları göremeyebilir. Bunu da aşmanın yollarından biri yine diyalog kurmaktır; dinlemek, anlamak, konuşmak gerekiyor. Zaten diyalog kurmadan iletişim kurmaya çalışmak bir eksikliktir. Daha konuyu anlamadan anlaşılmayı beklemek. İyi niyet ve dayanışma isteği doğru, ama ya mücadele yöntemi? Yöntem etkili mi?
Etkili bir yöntem, sorunu yaşayanlarla işbirliği içinde olmaktır. Çözümü konuşmak, tartışmak ve her bireyin bu çözümün bir parçası olduğunu anlamaktır.
Bir an için şöyle farz ediyorum: Yaşadığım ev ve sosyal çevre içerisinde söz hakkım elimden alınmış durumda. Baskı altındayım, özgürce davranmak bir yana özgürce düşünemiyorum bile, kendimi bildim bileli örselenmişim ve daha nicesi. Üstelik bana bunu yaşatanlar bugüne kadar bir kez olsun beni dinleyip fikrimi sormamışlar. Düşüncelerimi dile getirmeye çalışınca da sözlü+fiziksel+ekonomik+sosyal her türlü şiddete maruz bırakılmışım. Ve birileri, özgür ve eşit bir yaşama sahip olmam için mücadele ediyor ama benimle bu konuda iletişime geçen kimse yok. Görüyorum onları ama aramızda tek bir etkileşim dahi yok. Ne düşünürdüm? Hemen kabullenir miydim bu mücadeleyi? Şüphelerim olmaz mıydı, kaygılarım ya? Ve kaygılarımı aydınlatacak birilerini bulabilir miydim karşımda?
Ya da başka yönden sorular sorayım. Hayatımızın herhangi bir evresinde, hakları gasp edilen biriyle konuştuk mu? Hal hatır sormaktan bahsetmiyorum. Derinlemesine bir muhabbet, samimi, içten, yargılamadan. Yani haklarını savunduğumuz insanlarla konuştuk mu? Neyi savunduğumuzu anlattık mı? Fikir aldık mı mesela, önerilerini sorduk mu? Çözümün nesnesi değil öznesi olduklarını tartıştık mı?
Bu soruları kendime soruyorum ve belirtmek isterim ki vardığım sonuç beni yeteri kadar tatmin etmiyor. Daha çok iletişim ve daha çok etkileşim kurabilirim, kurabiliriz. Bence hepimiz bu soruları sormalıyız kendimize.