Kadın Kadının Kurdu Mudur? : Feminist İlişkilenmelerde Yaş ve Deneyim Hiyerarşisi

Sinem Esengen

İğneyi kendine çuvaldızı başkasına batıracaksın. Özeleştirinin her zaman geliştireceğine inancım tamdır. Nasıl ‘solcu erkekleri eleştirmek’ dönüşüme sol ortamlardan, bizim alanlarımızdan başlamaksa ve kendi alanlarımızda güvenli ortamlar yaratmaya bu kadar kıymet veriyorsak daha da içinden, tam kendimizden de eleştirmeye başlamak gerek diye düşünüyorum.

Geçtiğimiz günlerde sosyal medya çeşitli sol içi ifşalar ile sarsıldı. Birden fazla kadın kendi örgütlerini, örgütlerinden bireyleri kamusal alanlarda ifşa etmeye, yaşadıklarını kamusallaştırmaya başladı. Bir süre önce bir benzeri de edebiyat ve sanat dünyasında yapılmıştı. Benim gözlemlerime göre ise feministlerin ve kadın örgütlerinin o zamanki tepkilerinden, öfkelerinden ve desteklerinden eser yok şimdi.

Hasan Ali Toptaş ile başlayan, nice sol camiadan ve sanat camiasından ismin sıralandığı ifşalar sürecinde hem feministler hem de kendisine feminist demeyen kadın örgütleri çok sinirlendi ve çoğunluğu bu kamusal ifşaların yanında durdu. Sanat camiasının böyle olduğunu zaten hep biliyorduk. İçerden savunma mekanizmalarımız, düzenli kullandığımız süreç mekanizmalarımız mevcuttu ancak seri halinde kamusal bir ifşa da durumun vehametini gözler önüne serdi. Geri dönüp hatırlarsak, MeToo hareketi çok öncesine dayanıyor olsa bile kamusallaşması da zaten sanat camiasından bir ismin, Henry Weinstein’in ifşası ile alevlenmişti. Burada da benzer oldu görünüşe göre.

Bilmukabele, sol camia içinde de bunların sık sık olduğunu biliyorduk. Sol örgütlerde düzenli yürütülen süreçler, örgüt içi ‘sevgililik’ ve ‘görüşme’ yasakları veya biriyle görüşünce bunu örgütlere bildirme sorumluluklarından hep haberdardık. Elbette kendi içimizde bir şeyler de yapıyor, harekete geçiyorduk. Süreç başlatılmasa bile örgüt içinde bunu bilinirleştirmek gibi en basitinden daha ilerisine savunma ve dayanışma mekanizmalarımız hep mevcuttu. Birbirimizi tanıyor, görüyor ve destekliyorduk.

Ne var ki son ifşa dalgasında bu durumu gözlemlemekte hayli zorluk çektim. Bazı kamusal ifşaların yeterli görülmemesi, eleştirilmesi ve hatta ifşa eden kadınların kamusal alandan eleştirilmesi gibi durumlarla karşılaştım. Çuvaldızı batıracağım nokta ise eleştirenlerin yine bizler, feministler olması.

İfşanın ne kadar zor olduğunu teorik olarak bilen, ortaya koyan feminist hareket bu kadar güçlü değilken bu hareketi var etmek için çaba gösteren feministlerin; onları takip eden neslin içinde bulunduğu dinamikleri okumak için çaba göstermeden bireysel diyaloga girmek yerine -benim şahsen bir erkek yöntemi olarak değerlendirdiğim bir biçimde- kamusal alandan ifşa eden kişileri eleştirmesi ile karşı karşıya kalmak bana feminist ilişkilenmeler içindeki güç ilişkilerini, yaş hiyerarşisini ve deneyim hiyerarşisini tekrar düşünmemiz gerektiğini gösterdi.

Öncelikle küçük tanımlarla başlamak gerekirse, feminist ilişkilenmeler derken kendisini feminist olarak tanımlayan kişilerin birbiri ile her türden ilişkisini kapsayan bir yerden yaklaşıyorum. Örgüt içi olur, sevgililik olur, arkadaşlık olur, hepsi.

Yaş hiyerarşisi ile deneyim hiyerarşisini ise birbiri ile iç içe ele alıyorum. Yaşından ötürü ‘daha çok’ söz hakkı olduğunu, ‘daha haklı’ olduğunu düşünen, bunu da doğal olarak ‘daha çok’ deneyimi olmasına dayandırma durumu diyelim. Burada kastım, yaşın artması ile ilgili değil. Çünkü daha çok orta yaş hiyerarşisi bu aslında. Zamanla yaşı ‘daha büyük’ feministlerin de alanlarda pek olumlu karşılandığını düşünmüyorum. Hatta görüşlerinin “Yaşlı.”, “Yaşına vermek lazım.”, “He de geç.” tarzı yorumlarla savuşturulduğunu, onlarla tartışmak yerine ciddiye almamak, yalnızca geçmişine saygı göstermek gibi mesafeli bir noktadan yaklaşıldığını düşünüyorum.

Feminizm her kişinin deneyiminin biricik olduğunu ve kendi biricikliği içinde değerlendirilmesi gerektiğini söyleyen, günümüzde toplumsal cinsiyet kalıp yargılarını bile aşmış bir görüş iken bazı feministler kendi deneyimlerinin onlara daha fazla söz hakkı tanıdığını ve daha çok konuşabileceklerini düşündükleri bir noktadan yaklaşmaya devam ediyor. Bir anlamda kendi deneyimlerinden yola çıkarak başka insanların deneyimleri hakkında görüş, eleştiri sunan bir yaklaşım görüyorum. Bir ifşayı eleştirirken kişinin konumundan değil yalnızca kendi konumundan düşünmeye çalışmak feminist ilişkilenmeler içinde empati odaklı bir yaklaşım olduğunu gösteriyor. “Ben olsam böyle yapardım.”, “Ben olsam şöyle yapardım.”, “Bence bu taciz değil.” demek olayın öznesi ile bizi yan yana getiren bir yaklaşım değil. Bu aslında kendimizi onun yerine koymanın çabası ki bu da bildiğimiz üzere neredeyse  mümkün değildir. Aynı geçmişlerden gelen, aynı sosyal konumlarda bulunan kişilerin bile deneyimleri ve hisleri birbirinden çok farklı olabilir sonuçta. Dayanışma üzerine düşünen çeşitli feministler bu empati odaklı yaklaşımı önermekte aslında. Genişletilmiş empati adı altında, kendini onun yerine koymanın bazı durumlarda aktif bir şekilde bizleri harekete geçirdiği de var. Örneğin, kadın ve trans cinayetleri gündemleştiğinde çoğu kadının aklına gelen “Bu ben olabilirdim.” veya “Ben artık sokakta yürürken tedirgin oluyorum.”… Ama başka feministlerse bu empati odaklı dayanışma literatürünün ve yaklaşımının yetersiz kaldığını çünkü orada basitçe bu olayı yaşayanın biz olmadığını, bundan dolayı asla tam olarak anlayıp yorum yapamayacağımızı söylüyor. Empati odaklı yaklaşım bazı durumlarda ne kadar işler olsa da bazı durumlarda yetersiz kalıyor. Yetersiz kalınan durumlara yönelik çözüm önerilerinden biri ise sempati odaklı yaklaşım. Kişilerle empati kurmaya çalışmak ve bu oyun içinde kendini onun yerine koyarak onun hissettiğini kurgulamaya çalışmanın yetersiz kaldığı durumlarda onunla sempati kurulabilir diyorlar. Elbette üstten veya ‘ablaca’** bir sempati değil bu. Daha çok “durumunu görüyorum ve anlayamayacağımı biliyorum ama yanındayım” anlamında bir sempati öneriyorlar. Örneğin, eminim herhangi bir cis kadın bir trans kadına veya bir Türk bir Kürt’e gidip onun içinde bulunduğu durumu ve dinamikleri anlamak küstahlığında bulunmayacaktır. Hatta bulunanı ve öznesi olmayanı da hak ettiğince eleştirecektir. Kişilerin konumları ve içinde bulundukları durum benzeştikçe bu sempati/empati ilişkilenmelerinin daha rahat kurgulanabileceğini düşünsem de o şekilde göremiyorum. İki sosyalist feminist veya Kürt hareketine yakın iki feminist aynı ortama geldiğinde ‘yaşça daha büyük’ olan feministlerin, ‘onlardan az süredir feminist olanların’ görüşlerinin üzerine kendi görüşlerini koyarak yaş ve deneyim hiyerarşisini istemsizce de olsa sürdüren bir yaklaşım sergileyebiliyor.

Son takip edebildiğim ifşa dalgasında sorguladığım noktalardan biri buydu. Kendisini daha uzun süredir feminist olarak tanımlayan kişiler, daha az süredir feminist olarak tanımlayan kişileri kamusal alandan eleştirip onlarla diyalog kurmaktansa ifşalarını yersiz bırakacak bir yerden yaklaşıyor gibi hissettirdi. Benim feminist dayanışmadan anladığım bu değil. Daha uzun süredir feminist olarak kendini tanımlamanın veya daha uzun süredir bu hayatta ve mücadele içinde olmanın katkıları elbet yadsınamaz ancak  bunun insana bir otorite vermesi ve o noktadan konuşmaya başlaması da benim anladığım feminizm değil. Daha uzun süredir bir şeylerin içinde olmanın, en basitinden bu hayatla mücadele etmenin kişiye kattığı bir konuşma yeteneği var. Özgüven var, destek mekanizmaları ve tanıdıklar ağı var. Bir ifşayı kamusal alanda eleştirmek bu özgüvenden de geliyor bence.

Haksız bir özgüven değil, zorla kazanılmış ve örnek alınası bir özgüven ancak bunun yöneldiği taraf daha az süredir kendine feminist diyen ve bir şeyler yapma cesareti bulmuş kişiler olmamalı bence. Bu noktada öneri sunmak gerekirse eleştirileri kapalı kapılar arkasından yapalım da değil önerim elbette. Belki de iğneyi onlara çuvaldızı kendimize batırmalıyız. Ama bence eleştirileri güçlendirerek yapalım. “Böyle ifşa mı olur!”, “Şunu bunu beğenmedim.” demek hiçbir yere götürmüyor, birbirimize küstürüyor. Biz birbirimizin kurdu muyuz diye düşündürüyor. Onun yerine “Seni güçlendirmek için ne yapabilirim?” demek, belki de “Sana destek olmak için deneyimlerimden faydalanarak ne yapabilirim?” demek bizi birbirimize taşıyacaktır. Birbirimizin üzerine taş koyarak, yol keserek ileri çıkacağımız bir yolda değiliz; birbirimizin arasındaki taşları ortadan kaldırarak, birbirimize yaklaştıkça daha güçlü olduğumuz bir yoldayız. Ve belki de bunu en iyi bilenlere sitemim. Çok kısa bir süre önce hepimiz “Kadın kadının yurdudur!” diye tweetler atıyorduk. O biçimde de davranmamız gerekmez mi?

*Yakın zamanda başıma gelen bir olay sonunda dönüp özeleştiri yapmanın ve çuvaldızı kendimize batırmanın bizi gerçekten daha çok güçlendiren ve öne atan bir şey olduğunu bireysel olarak biraz daha öğrenmiş olduğumu düşünüyorum. O yüzden buradan başlamak, feminist hareket, bizler hakkında konuşmak istiyorum.

**Abla kelimesi, kadın hareketinde çok kullanılan kız kardeş kelimesinin kurduğu ilişkilenmeyi tersten kurmak amacı ile kullanılmıştır. Kız kardeş kelimesi hem kişiyi aile kurumuna dahil eden hem de yaşça küçük olduğuna vurgu yapan bir kelime olarak değerlendirilmiştir.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s