Bundan üç yüzyıl önce Mary Astell “Eğer bütün insanlar doğuştan özgürse, nasıl oluyor da bütün kadınlar köle doğuyor? Çünkü kadınlar erkeklerin tutarsız, belirsiz, bilinmeyen, keyfi iradelerine tabi olduklarına göre bu kölelik durumu değil de nedir?” derken kadın haklarının ilk başkaldırılarından birinin örneğini gözler önüne seriyor. Mary Astell gibi Mary Wollstonecraft da dönemin kadın-erkek arasındaki somut eşitsizliğine başkaldırıyor ve ilahi adaletin yalnızca kralların ilahi haklarına değil aynı zamanda kocaların ilahi haklarına da başkaldırı ile mümkün olacağını söylüyordu. Böylece 18.yy’da kadın haklarında ve kadın hakları savunuculuğunda bireysel tepkiler ortaya çıkıyordu. Bu yüzyıl her ne kadar bireysel başkaldırılarla geçse de, ilk feminist kadınların açtığı yolda kadınlar artık örgütlü mücadele fikri üzerine de düşünmeye başlamıştı. Zira kadın hakları savunuculuğunu sınıf ayrımı olmaksızın bütün kadınlara ulaştırmanın önemi kendini her geçen gün biraz daha hissettiriyordu. Kadınlar, sınıf ayrımının da eril toplum yapısından kaynaklı olduğunun farkındaydı. Bu farkındalıkla 19.yy’da kadınların örgütlü mücadelesi başladı.
Elbette ki kadınlar; eril sistem tarafından insanların yüzyıllarca ırk, din, sınıf, mezhep vs. gerekçelerle ayrıştırıldığı bir üretilmiş ve dayatılmış düzen içinde örgütlenmeye çalışıyordu. Bu örgütlenme, erkek egemenliğin duvarlarını yıkmaya çalışırken aynı zamanda kadınlar arasındaki dayanışma ruhunu da sağlamlaştırmaya yönelikti. Eğer ki bu ruh sağlanamazsa erkek egemen sistemi yıkmak da söz konusu değildi.
Peki, farklı dine, dile, ırka, etnisiteye, mezhebe vs. mensup kadınları bir araya getirmenin yolu neydi? Bu yol, eril sistemin eşitliğe aykırı mantığı ile düşünülecek olursa oldukça zordu fakat kadınların getirmeye çalıştığı eşitlik mantığı ile zorlukları aşabilecekti. Şöyle ki dernekler, vakıflar, meslek kuruluşları içindeki kadın yapılanmaları, sendikalar bünyesindeki kadın sekreterlikleri ve benzeri birçok örgütlenme ile hak ve talepler zorlukları aşarak etkili bir şekilde dile getiriliyor ve talepler hayata geçirilmeye başlanıyor. Toplumsal cinsiyet eşitsizliğine, kadına yönelik şiddete, femicideye, tacizlere, tecavüzlere karşı eylemsellik sergileyen bu örgütlenmeler aynı zamanda kendi kurumları içinde eril politikalara da engel oluyor. Özellikle “kurum adını zedelememek” dayatması ile kadınların kurum içi eşitsizliklere göz yummaya zorlanmasına karşı kadınlar, dönüşümün sağlanması için kurumları içindeki eşitliğe aykırı politikaları da tarihe gömüyor. Bunun örneklerini, bazı sendikaların son dönemlerde kadınların çabası ile tüzüklerindeki eril dilden arındırılmasında görüyoruz. Kadın tarihi yazarı Gerda Lerner “Biz kadınlar kullanmak zorunda olduğumuz dile yansıyan ataerkil düşünceyle kendimizi ifade etmek zorunda kaldık. Bu, bizim erkek zamiri altında ifade edildiğimiz ve ‘insan’ için kullanılan terimin ‘erkek’ olduğu bir dildir.” diyordu. Bugün hala, sistemleri eril dilden arındırma çabalarının varlığı gösteriyor ki, sistem eşitsizlikte ısrar ediyor.
Değindiğimiz bu yapılanmalar; kuruluşları ve işleyişlerinde prosedürler gerektiriyorken söz konusu prosedürleri barındırmayan örgütlenme modellerinden olan kadın platformları her kesimden kadını bir araya getirmesinden ötürü son dönemlerde tercih edilen bir örgütlenme modeli oluyor. Bunlardan il bazında kurulan kadın platformları, kuruldukları ilin adını taşımakla birlikte bazen bulundukları yerelin kültürünü yansıtan isimleri de taşıyabiliyorlar. Yerel yönetimler ile diyalog halinde olarak, toplumsal cinsiyete duyarlı eşitlikçi politikalar üretilmesinde aktif rol alabiliyorlar. Bunun yanı sıra yerel dinamiklere duyarlı çalışmaları ile yereldeki kadınlara ulaşmakta da başarı gösteriyorlar. Çünkü yereli dönüştürmek yerelin özelliklerini dikkate alarak mümkün oluyor.
Ülke genelinde kurulanlar ise genelde kuruluş amaçlarını ifade eden isimler taşıyor. (Eşitlik İçin Kadın Platformu, Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu vb. gibi). Örneğin Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu, kadın cinayetleri ile mücadele ederken erkekler tarafından öldürülen kadınlara ilişkin aylık ve yıllık raporlar hazırlıyor. Kadın cinayetlerinin üstünü örtmeye çalışan eril sisteme karşı bu raporlar kamu ile paylaşılarak görünürlük kazanıyor.
Kadın platformları; dernek, sendika, siyasi parti, meslek kuruluşları gibi örgütlerin temsilcilerinden oluşabiliyor. Böylece farklı çevreler bir araya gelerek demokratik bir düzlemde eylem ve etkinlikler yapabiliyorlar. Farklı çevrelerin temsiliyeti hitap edilen kitle nazarında görünürlüğü, etki alanını ve güvenilirliği arttırdığı gibi örgütlenmenin kendi içinde ise bilgi ve deneyim paylaşımını sağlıyor. Hele ki muhalif olmanın, farklı olmanın kriminalize edildiği baskıcı rejimlerde, farklılıkların ortaklaşması aslında bu sistemler tarafından iddia edildiği gibi zor olmadığının kanıtı oluyor kadın platformlarında. Farklılıkları ayrışma nedeni olarak görenin eril sistem olduğunu, feminizmin farklılıkların eşitliğine dayandığını belirtmiştik. İşte kadın platformları, farklılıkların eşitliği ilkesinin hayata geçirildiği düzlemlerdir.
Kısacası, dün de bugün de kadınların her kazanımı büyük mücadeleler ile elde ediliyor. Mücadelenin gücünü de dayanışma ve örgütlülük belirliyor. Genelde ve yerelde farklı örgütlenme modellerinin olması ayrışmaya sebep olmuyor, aksine ortaklaşmayı gerçekleştiriyor. Eril sistemi; diline, tekçiliğine, şiddetine, ırkçılığına direnerek tarihe gömecek olanlar da yine kadınlardır. Çünkü tarih boyunca haksızlıkları ortadan kaldıranlar failler değil haksızlığa direnenlerdir. Çözümü, sistemin vicdanına bırakmayan örgütlü mücadele getirecek.
[…] bir örgütlenme mümkün mü sorusuna cevap ararken, Aysun Avcı, “Bir Örgütlenme Modeli Olarak Kadın Platformlarına Giden Süreç” isimli yazını kaleme alarak, kadınların örgütlendiği platformları, bu yollara nasıl […]
BeğenBeğen