Feminist Bir Tahlil: ”Peki Şimdi Nereye?” Filminden Yola Çıkarak Ezilmişliğin Kesişimi

Mor Çiçekli Cadı

Sedir ağaçlarının ve defne yapraklarının, kendi barışını ve huzurunu arayan, direnen halkların yurdu Lübnan. Uzun yıllar sürmüş etnik savaşın izlerini naif ruhuyla harmanlar ve sokaklarına taşır Fairouz’un şarkılarıyla. Kuşkusuz Arap halkının, barışın simgesidir Fairouz’un şarkıları.

 

Benim Lübnan’a olan sevgim Beyruttaki Las Tesis eylemlerine dayanıyor aslında. Feminist mücadelenin enternasyonelliğini, öfkesini çok net bir şekilde hissettiğim anlar yaşamıştım izlerken. Aynı hissi kadın bir yönetmenin gözünden anlatılan ”Peki Şimdi Nereye?” filminde de hissedebiliyorsunuz. Nadine Labaki’nin sanatsallığını, ülkesine getirdiği eleştirileri, barış nidalarını duyabiliyorsunuz. Lübnan’da yaşanan kayıp dolu Hristiyan-Müslüman çatışması filmin ana konusunu oluşturuyor. Küçük bir köyde geçiyor aslında hikaye. Filmin esaslı noktalarından biri ise Hristiyan-Müslüman kadın dayanışması. Kadınlar köyde ki erkeklerin savaş olgusundan etkilenip bir kavga haline girmemeleri için devamlı mücadele veriyorlar. Önce radyo yayınlarını dinlemelerini engelliyorlar ve güncel haberleri öğrenmesinler diye gizlice televizyon uydusunu bozuyorlar. Böylelikle gündemi takip edemeyeceklerini düşünüyorlar. Kilisede ve camide din görevlileri tarafından barış konuşmaları yapılıyor. Bu raddeye kadar iyi giden süreç kilisedeki haçın bir çocuk tarafından yanlışlıkla kırılmasıyla tetiklenmeye başlıyor. Çocuğun yaptığından bihaber olan Hristiyan erkekler Müslümanlar tarafından kışkırtılmaya çalışıldıklarını düşünüyorlar. Ardından camiye hayvanların girmesi ve binanın kirlenişi Müslüman erkeklerin bunu bir tehdit olarak algılamasına yol açıyor. Gelişen durumlar erkekler arasındaki kavganın da başlangıcı oluyor bir nevi. Kirlenen caminin temizliğini kadınların birlikte yapması ise filmde dikkatimi çeken ve acıyı hissettiğim bir sahneydi benim için. Film boyunca kadın dayanışmasının çok yönlülüğüne, aralarında ki yoldaşlığın sarsılmadığına ve erkeklerin karşısında dimdik durduklarına tanıklık ediyoruz.

 

Film esnasında Ortadoğu ülkelerinin kaderlerinin ne kadar birbirlerine benzediğini düşünmüştüm. Türkiye, Lübnan, Suriye, Filistin… Savaşın ve ataerkil sistemin korkunçluğunu yaşayan ve yaşamaya devam eden ulusların ülkeleri. Var olma güdüsünün başka bir kesimi kontrol altına alarak oluşturulmaya çalışılması, bir ezilenler döngüsü çabasına girişilmesi ve vahşetin tam olarak idrak edilememesi.

Türkiyeli ve Türk kökenli olduğum için en doğru etnik eleştirileri Türkiye’deki Türk ulusuna yapabilirim diye düşündüm. Çünkü ulus farklılığının getirdiği bir gerçek olarak, aynı ülkede yaşamamıza rağmen koşulların ve dayatılan ideolojilerin etkilerinin üzerimizde aynı olmayabileceği gerçeğini göz ardı etmememiz gerektiği kanaatindeyim.

Dayatılan politikaların en kötücül kısımlarından biri devlet ve toplum manipülasyonuyla normalleştirilmiş ırkçı tutumlar bence. Türklerin, atalarının sandıklarının aksine yanlışlar (soykırımlar, katliamlar, tek dil ve tek ulus stratejisi) yapabileceği ve sonraki nesillerin yapılan yanlışları, otoriter milliyetçilik düşünceleri ekseninde bir savunma mekanizması haline getirdikleri gerçeğiyle yüzleşmeleri gerekiyor.  Aynı zamanda Türkiyeli kadın+ ların haklarını tarih boyunca yürüttükleri mücadelelerle aldıklarını, o hakların aslında Türk burjuva rejimi tarafından verilmediğini de öğrenmeleri gerekiyor. Normalleştirilmiş ırkçılığın mülteci düşmanlığına ortam hazırladığını belirtmek de önemli tabii ki. Bu gerçeklerle kendi başıma tam anlamıyla yüzleşebildiğimde 20 yaşındaydım ve çok büyük bir duygusal sancı hissetmiştim. Bir yandan da ezilmişlerin mücadelesiyle daha çok dayanışma içerisine girme isteğiyle dolmuştum. Cisheteroseksist ataerkil sistemin beni hem kadın hem de biseksüel kimliğimle dışlamaya ve ezmeye yönelik politika üretmesi aslında başka uluslara dayatılan Türklük stratejisiyle kesişiyordu. Ezilen duygudaşlığı kurmaya başlamıştım yoldaşlarımla. Türkiyeli Arap, Kürt, Ermeni, Boşnak ve daha sayabileceğim birçok ulustan kadın+larla tanışmam ve mücadelelerine tanıklık etmem, destekçileri olmam beni daha güçlü hissettiriyordu ve hissettirmeye de devam ediyor. Lübnan’a, Türkiye’ye ve dünyaya barış gelene dek, hepimiz eşitlenene dek itaatkar olmamayı sürdüreceğiz diyerekten kurtuluşun hep birlikte olabileceğini bir kez daha hatırlatmak istiyorum.

One comment

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s