8 Mart gelirken hepimizin içini bir neşe bir heyecan kaplayıveriyor her sene. Kim nereye eylem koymuş? Kim kim gitcez? Pankarta ne yazcaz? Geçen sene ne yapmıştık?
Her farklı kültürün kendi yeni yılı olur ya kadınlarınki de 8 Mart işte. Her 8 Mart’ta bir önceki yâd edilir, muhabbet uzar ondan öncekiler yâd edilir, kim neyi örgütlemiş, kim nerede ne yapmış konuşulur. Geçen seneki eyleme kiminle gidilmişti? Kiminle arkadaştık o zaman da küstük şimdi? Hangi kadınlar çıktı hayatımızdan, ne yaralarımız kaldı geriye?
Örgütler mi, arkadaşlar mı, kız kardeşler mi? Ne kalıyor geriye? Ben bugün bunu sormak istiyorum: Kadın dayanışmasından geriye ne kalır? Örgütlenmeli mi bu kadınlar? Öyle mi vermek gerek bu mücadeleyi? Yoksa kimlik kimlik bölünsek de devam eder miyiz? Biz kimiz, bizi neler birleştiriyor, neler ayrıştırıyor?
Bugün 8 Marttan bahsederken sadece umut saçamayacağım ne yazık ki. Yaralıyım çünkü ben. 8 Mart’lar, kadınlar beni yordu yaraladı ama bir yönüyle de kadın dayanışmasının ‘kadın dayanışması’ adı altında platformlara ihtiyacı olmadığını gösterdi bana geçtiğimiz seneler.
Öncelikle bu platformlaşma, dayanışmalaşma, birleşme çabalarına diyeceklerim var.
Geçenlerde konuşuyorduk, kesişimselliği bırakmalıyız demiş bir feminist ablamız, kimlik siyaseti bizleri bölüyormuş. Bana çok eski geldi bu düşünce, ne yalan söyleyeyim. Her şeyden önce ortaklaşmak için ortak noktalarımızı nasıl seçeceğiz? Ya ortak noktalarımız da birbirinden farklıysa? Ortak bir mücadele etrafında karşılıklı aldı verdi taviz ilişkisi ile ilerleniyor ama topyekûn bir uzlaşma mümkün olmamakla beraber gerek de var mı ya? Birleşelim dediğimiz noktada ortaklaşabilecek miyiz? Kabul etmek anlamak mıdır?
Kimlikle beraber yöntemsel kaygılar da var tabi ki. Her kadının mücadele biçimi farklı ve nasıl oluyorsa hep de eleştiriye açık gibi bir tarz var. Kim ne yaparsa yapsın eleştirecek bir kişi bulunuyor. Karşısında durduğumuz somut patriarkiyi tanımlama, görme, deneyimleme biçimlerimizin hepsi birbirinden farklıyken ona karşı mücadelemizi nasıl aynı yöntemle yapabiliriz ki? Veya deneyimlemediğimiz bir biçimine karşı kadınların geliştirdiği pratikleri nasıl eleştirebiliyoruz? Bilmediğimiz, görmediğimiz, tanımadığımız bir yöntemi eleştirmek gerçekten içten samimi bir biçimde o sistemi geliştirmek amaçlı bir eleştiri midir yoksa kadın kadının kurdu mudur?
Hadi birleştik, platformlaştık, dayanışmalaştık, artık adını ne koymak isterseniz ondan olduk. Her renkten var. Bireysel var, solcu sosyalist var, feminist var, örgütlüsü var, dernekçisi var, temsiliyeti var. Var da var. Yani gerçekten böyle bir birleşmenin birleştiriciden çok kırıcı olduğunu açıklamak bile istemiyorum. Herkesin kendi yöntemini dayatması, birbirini eleştirmesi, birbirinin biçimini iyice görüp sivrilmesi için biçilmiş kaftan. Buralarda ortaklaşılan nokta da kadın olmak sanırım sadece. Yani bir feminist kaygı, lgbti+, kapsayıcılık falan var mı pek bilmiyorum, göremiyorum. Yani kapsayıcılık olsa da gördüğüm kadarıyla taviz üzerinden bir kapsayıcılık var. Kapsamak istemeyen taviz gösteriyor. Benim en büyük soru işaretim bu aslında, bu konuda şimdi anlıyorum ben de: Taviz üzerinden kurulan ortaklaşmalar ne kadar içselleştirilebilir?
Tamam, bu kadar soru bana yeter. Şimdi platformlar, dayanışmalar, oralarda ne kavgalar dönmüş, ‘kadın dayanışması’ nasıl ayrışmış muhabbetlerinin aslında kadınlar için veya kadın dayanışması için hiçbir şeyi değiştirmediği kısmına geleceğim. Kadınlar ne kadar paramparça olsa da bölünse de diğer bütün mücadelelerden farklı olarak mükemmel acil durum eylem planlarına sahipler. Bunu kabul edelim. Öyleyiz. Kürtaj mı olacaksın, hop sana numara. Ped mi lazım, buluruz. Tuvalette saçını mı maşalayacaksın, olur. Partnerinle sorunların mı var, konuşalım. Yani buluyoruz da birbirimizi. Sadece örgütlerden, tuvaletteki arkadaşlıklardan da bahsetmiyorum. Hani bazen olur ya böyle bir şey lazımdır, bir sorun vardır ve yani bunu kimseyle konuşmak istemezsin ama o noktada sana yardım edebilecek bir kadın bulursun. Bir yerlerden bir kadınlar belirir, kanlı bıçaklı da olsan yardımcı olur sonra geri dönersiniz kavganıza. Kadın kadının yurdudur diyoruz ya şimdi. Bundan bahsediyorum. Böyle bir dayanışma. Alttan alta örülmüş aşırı güçlü bir bağ var zaten aramızda, ben hep öyle hissediyorum. Belki gençliğin verdiği bir naiflik, belki henüz yeterince kazık yemedim ondan diyeceğim ama bilemiyorum.
Evet öyle, yurduz birbirimize böyle durumlarda ama kurdu da olduk birbirimizin. Oluyoruz da hala. Birlikte mücadele edelim diye birbirimizle mücadele ediyoruz. Kopyala yapıştır hissiz cümlelerle metinler de okuyoruz. Ama hele ki birimizin kirpiği şöyle bir yere düşecek olsun, o zaman bizden güçlüsü bizden örgütlüsü yok.
Hiçbirimizin basın açıklaması okunurken tüyleri diken diken olmuyor işte bu yüzden. “Bitsin artık amma uzatmışlar’’ diyoruz. Ama işte ekmek ve gül çalınca duruyoruz bir, Aze çalınca diken diken oluyor tüylerimiz. Bir gece ansızın instagramda story geçerken ‘Umutsuzluğa kapıldığında bu kalabalığı hatırla’ pankartını görünce oluyor. ‘Erkeklik koronadan daha öldürücü’ pankartını görünce oluyor. Aklımıza bu süreçte öldürülen bütün kadınlar geliyor, oluyor. Ağır geliyor o cümleler, o şarkılar. Ortaklaşılmış metinler arkasında dönen tartışmalar dokunmuyor hiçbir yerimize, ama birimizin kirpiği yere düşmeye görsün işte, birbirimize yurt geri kalan herkese kurt kesiliyoruz. Bu yüzden diyoruz, kadın dayanışması yaşatır.
8 Mart’tan geriye ne platformlar, ne açıklamalar, ne o kavgalar, ne o konuşmalar kalıyor yani. 8 Mart’tan geriye kalsa kalsa o kalabalık kalıyor.
[…] hafta “8 Mart’tan geriye ne kalır?” sorusunu sormuştuk. Bu hafta ise 8 Mart 2021’den bizde kalanları derlemek istedik. […]
BeğenBeğen